Tualim.net  

Go Back   Tualim.net > Sanat Tarihi > Batı Sanatında Modern Akımlar > Postmodernizm

Postmodernizmin Teolojik Anlamı

Postmodernizm kategorisinde açılmış olan Postmodernizmin Teolojik Anlamı konusu , ...



Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Postmodernizmin Teolojik Anlamı
Konudaki Cevap Sayısı
1
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
3914

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 26.04.09, 10:42   #1
Kullanıcı Profili
YÖNETİCİ
 
Tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetTualim
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2009
Üye No: 2
Mesajlar: 1.665
Konular: 1221
Bulunduğu yer: İstanbul
Standart Postmodernizmin Teolojik Anlamı

POSTMODERNİZMİN TEOLOJİK ANLAMI



Daniel J.Adams
Çev: Yrd.Doç.Dr.Temel Yeşilyurt



Postmodernizm, şu günlerde akademik çevrelerde oldukça revaçta olan bir terimdir. Bütün bunun gibi terimler ve onlarla ilgili hareketler, çağdaş teolojiyi önemli ölçüde etkileyen çabalardır. Biz postmodernizmi ve onun teolojik iş ve yaşamımız için ifade ettiği anlamı anlayacaksak, ilk önce onun olabildiğince kesin bir tanımına ulaşmalıyız: Postmodernite nedir? Postmodernizm nedir? Onlar birbirinden farklı kavramlar mı yoksa birbirinin yerine kullanılabilir terimler midir? İlk güçlük, postmodernin ne olduğu konusunda önemli bir karışıklığın var olmasıdır. Teolog Tyron İnbody onu “birinin kabul ve reddettiği herhangi bir şeyi karakterize etmek için kullanılabilen kültürün bir yanından öbür yanına sürüklenmiş entelektüel bir nesne” ile karşılaştırır.


A-Postmodern’in Tanımlanmasına Doğru

Bunu karıştıran tek kişi yalnızcı teologlar değildir. Zira, çağdaş edebiyatta ve felsefî çevrelerde de postmodernizmin gibi, genel olarak kullanılan ve çoğunlukla da yanlış anlaşılan birkaç terim daha vardır. Umberto Eco, postmodernizm hakkında yazdığı The Name of Rose (Gülün Adı) adlı romanının büyük çoğunluğunda kendini postmodern bir yazar olarak niteler. “öyle bir izlenim edindim ki bu terim, kullananların hoşuna giden bir şeye uygulanmaktadır”.
Tanımlama süreci, Postmodernite ve postmodernizm kavramlarının sık sık birbirlerinin yerine kullanılması sebebiyle oldukça karışıktır. Sanat çevrelerindekiler ve insan bilimciler postmodirnizm terimini tercih ederlerken; sosyal bilimciler postmoderniteden bahsetmek eğilimindedirler. Postmodernizm, daha çok bir kültürel hareket veya bir kültür içindeki hareketlerin çokluğu üzerinde odaklaşırken; postmodernite bir kültürel durum veya oluşun ifadesine nispet edilmektedir, diyebiliriz ki postmodernite, son 20.asrın içinde kendini bulduğu durumdur. Postmodernizim ise, o durum üzerinde düşünme ve ona bir cevaptır.
Belkide postmodernite ve postmodernizm hakkında söylenilebilecek en iyi şey, onların her şeyden daha çok “zihnin bir ifade” si olmalarıdır. Bir başlangıç olarak postmodern, bu gibi konular üzerinde düşünenlerin sosyo-kültürel gerçekliği adlandırmalarının bir yoludur. Onlar, bu terimi türetmiş olan, sanatçı, mimar, edebiyat eleştirmeni, sosyolog ve filozoflardır. Bu terimi sık sık kullanan da yine onlardır.
Ayrıca, Postmodern, aslında Batı Kültürünün bir fenomenidir. Bir insanın, öncelikle modernite ve modernizmden bahsetmeksizin, postmodernden söz edebilmesi düşünülemez. Zira o, dünyanın modern düşünüş biçimini doğuran Batı Kültürünün içlerinden gelmektedir. Bu nedenle postmodern, Batı Medeniyetinin modernizmine karşı oluşmuş bir tepki hareketidir. Aynı zamanda “o, bugün dünyada devam etmekte olan daha geniş ve köklü (derin) değişikliklerin bir parçasıdır” Bunun nedeni, Batı Kültürünün dünyanın her tarafındaki yaygın etkisi ve modernleşme sürecinin, kapitalizm, şehirleşme, teknoloji, haberleşme ve hemen her tarafı popüler Batı Kültürünü meydana getirmiş olması gerçeğidir.
Postmodern, aslında Batı’ya ait kültürel bir hareket ise de, Asya ülkeleri de dahil birçok kültürün entellektüel yaşamına etki etmektedir. Örneğin Kore’de, devlet televizyon kanalı KBS, 1993 yılı başlarında, postmodern ve onun etkilerini konu alan iki bölümlük bir dizi yayınladı. Program dahilinde, postmodernizmin teoloji üzerine etkisinden de söz edildi. Ayrıca televizyon kanalı, 1995 yılı Haziranında Hollanda’dan Dr. C.A Van Peursen ile aynı konuda “Postmodern Dünya ve Bugünün Kültürü” adı altında bir raportaj gerçekleştirdi. Raportajı gerçekleştiren, Seul Devlet Üniversitesinde profosör ve ünlü Hristiyan filozof Song Bong-Ho idi. Seul’de birçok sanat galerisi, postmodern sanat sergileri düzenlediler ve postmodern felsefe ve bu tehlikeli kuram konusunda birçok kitap neşredildi. Bazı eleştirmenler, onun, Batı’dan yapılan bir kültürel ithal oluşu nedeniyle, Asya ile başa çıkabilmek için yapabilecek bir şeyi olmadığını iddia etseler de, onun etkisi, özellikle sosyol değişimin çok belirgin olduğu ülkelerde hissedilmeye devam etmektedir. Elbetteki bu ülkeler, modernleşme sürecinin en ileri düzeyde olduğu ülkelerdir.
Postmodernin tesiri, bir surpriz olarak düşünülmemeli, zira o, dünyanın bir değişim süreci içinde oluşunu tanımanın bir yoludur. O, “ne olduğu noktasından henuz nasıl tanımlanacağı keşfedilmeyen, ancak yalnız halihazırda ulaştığı sonuç açısından tanımlanabilen bir dünyadır”. Modernizmin, Batı Kültürünün bir ideolojisi olarak, ciddi bir problem olduğu ortadadır. Bununla birlikte, modernizmi doğuran sebebi şimdilik kimse tam olarak bilmemektedir. Postmodernizm, geçmişteki ile, henüz gerçekleşecek olan arasındaki süreye verilen bir isimdir.
Postmodernizmin diğer bir yönü de, bir sosyal bilimcinin onu “dünyanın dünyevilikten arındırılması” olarak isimlendirdiği cephesidir. Yalnızca yeni dinî akımlar meydana gelmiyor, aynı zamanda daha anlamlısı da, geleneksel dinler yeniden diriliş sürecini yaşamaktadırlar. Bu gibi şeylerin pek iyi anlaşılamadığı seküler Batı’da, geleneksel dinlerin yeniden dirilişine, aşağılayıcı bir fundamentalizm damgası vurulmuştur. Gerçekte modernizmin çöküşü ile geleneksel dinlerin yükselişi arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır. Son on yıldır, insanlığın ilerleyişinin kaçınılmazlığı konusunda, komunizm, seküler milliyetçilik ve Batı inanışı gibi sözde dinî hareketler hem giderek meşruluklarını yitirmekte ve hem de bir çöküş süreci yaşamaktadırlar. Bir gözlemcinin ifadesiyle, “insanlık bu sahte ilahların başarısızlığını görmüştür. Bu sebeple biz şimdi, eski tanrılara geri dönmekteyiz”
Bu son dine yöneliş hareketi, postmodern bağlamda hem olumlu ve hem de olumsuz olarak görülmektedir. Zygmunt Bauman “postmodernitenin, modernitenin büyüleyiciliğini yok ettiği dünyayı yeniden cazip hale getirerek, onun alıp götürdüğü bir dünyanın yeniden restore edilmesi olarak görülebileceğini” iddia eder. Başka bir deyişle modernite beraberinde dünyeviliği getirirken, postmodernite kutsalı yeniden canlandırmaktadır. Bir başka açıdan Gabriel Moran, ortaya attığı “postmodern dünya, modern öncesi bir dünyaya mı dönüştür” sorusuyla buna dikkat çekmektedir. Çünkü ona göre, Yeniçağla birlikte eski ilahların tekrar dönüşü, ileriye olmaktan daha çok geriye atılmış bir adımdır. Hangi konumda bulunursak bulunalım, dinin postmodern koşulların ta merkezinde yattığı aşikardır.


B-Postmodernitenin Dört Özelliği


Postmodern çağ, dört temel niteliği açısından en iyi şekilde anlaşılabilir: Batının çöküşü, meşruluk çıkmazı, entellektüel pazar ve yapısal parçalanma (deconstruction) süreci. Aslında biz, bu dört özelliğin postmodernitenin anlamını tanımlayabileceğini bile söyleyebiliriz.
Postmodernitenin bu özelliklerinden ilki Batı’nın yozlaşarak çöküşüdür. Batı Felsefesi, dilbilimsel çözümlemelerin kördüğümüne erişmiş, Batı Sanatı soyut düşünce aleminde kaybolmuş ve Batı Bilimi bizzat kendi kirliliği içinde boğulmaktadır. Batının demokratik siyaset teorisi hem Yeni Konfüçyüsçülük hem de İslam tarafından tartışılmakta, Komünizm bütün bunlara sahip olmakla birlikte kaosla sonuçlanmakta ve Batı Dini, soldan sekülarizm ve sağdan da kişisel dindarlık ikileminin boynuzları arasında takılıp kalmaktadır.
Modern dünya görüşü, Batının “ilerlemenin kaçınılmazlığı, bilimin yenilmezliği, demokrasinin çekiciliği ve tartışmasız bireysel haklar” varsayımları tarafından şekillendirilmiştir. “Batının en iyi olduğu” ve dünyanın bütün diğer kültürlerinin sonunda, zamanla evrenselleşecek olan Batı değerlerini kabul edeceği zannedilmektedir. Kalkınmayı asla son bulmayan bir süreç olarak kabul eden Batı açısından kültürel öncelikli bir yapı bulunmaktadır. Butün bunlar değişti ve “geçen yılın kesinliğiyle, şimdi en iyisinden toyluk olarak alay edilmekte, en kötü olarak da ırkmerkezli oluşundan dolayı kınanmaktadır”
Bu yeni bakış açısı, sözde Modern Çağ’ın tarihinin yeniden yazılmasıyla inceden inceye ele alınmaktadır. Latin Amerika’dan özgürlük teolojisi, Tayvan’dan mücadele teolojisi ve Filipinler’den anavatan teolojisi gibi sosyo-politik teolojiler, geçmişin resmî tarihine ve ona eşlik eden teolojilere meydan okumaktadırlar. Tarihlerin çatışması, Amerika’nın Kristof Kolomb tarafından keşfinin 500. Yıl dönümü kutlamalarında etkin bir şekilde ifade edildi Batının modernitesinin, diğer kültürlerin yıkımı ve yıldızlarının karartılması anlamına gelişi de açıklık kazanmıştır. Bugün, hem bu kültürlerin dağılmış parçalarını yeniden keşfetmek hem de Batının kültürel hakimeyetinin son bulmasını kaçınılmaz hale getirmek için bir teşebbüs bulunmaktadır.
Postmodernitenin ikinci özelliği, “meşruluk krizi” olarak ortaya çıkan yönüdür. Geçmişte güvenilir olarak kabul edilen sözde öyküler, şimde ciddi ciddi sorun olmuştur. Bunun bir örneği, birçok faktör tarafından, güvenilir bir kabul edilebilirlikten mahrum birakılan veya gayri meşrulaştırılan “sınırsız kalkınma öyküsü” dür. Bu faktörler arasına, çevre kirliliği, tabiî kaynakların tüketilmesi, küresel ısınma korkusu, artan şekilde ozon tabakasının yok edilmesi, nükleer santral ve kimyevî fabrika tesislerindeki ciddî kazalar, dengesiz kalkınma nedeniyle dünyanın birçok ülkesinde artan fakirlik, kalkınmış ülkelerin ekonomik düşüşün başladığı kalkınma alanında en uygun düzeye ulaşmış görünmelerinin gözlenmesi ve bunlarında ötesinde yaşam kalitesinin kötüleşmeye başlamasını da dahil edebiliriz. Postmodern çağda, artık kalkınmanın sınırsız veya belli kalkınma türlerinin zorunlu olarak iyi olmadığı kabul edilmektedir.
Batı toplumunda, belki de daha çok kişisel düzeyde olanı da, Hristiyan cinsel ahlakının meşruluğunu kaybetmiş olmasıdır. Evlilik öncesi iffetin bir değer olarak kabul edildiği zamanlar pek fazla uzak değildi. Bu ideali devamlı olarak yaşayabilen kimseler olmadığında şüphe yok, fakat hemen hemen herkes onu bir ideal olarak kabul ederdi. Üniversite profesörleri bunu raporlarında şöyle belirmişlerdir: “Bu terimlerin altında yatan cinsel ahlâkı ifade edebilmek için, “iffet” ve “yasak” sözcüklerinin anlamlarını bile bilmeyen öğrenciler bulunmaktadır” Evlilik dışı birlikte yaşama, lezbiyen ve homo****üel ilişkiler gibi geleneksel evlilik alternatifi davranışlar tarzındaki evlilik öncesi cinsel aktiviteler, Çağdaş Batı Kültüründe öylesine yaygındır ki, çoğu kimseler bu yeni durumu (artık) bir değer olarak benimsemektedirler.
Meşruiyyet krizi, hemen hemen çağdaş yaşamın bütün alanlarına ulaşmaktadır. Önceden benimsenen öyküler, yetki kaybına uğrayınca, onu izyelenler ise bir değerler çokluğundan ibaret kalmaktadır. Evrensel olarak kabul edilmeyen değerler aracılığıyla, hiçbir özel değer sistemi evrensel olarak meşrulaşabilmesi ve kabul edilebilmesinin bir yolu bulunmamaktadır. Sonuç, değerlerin ve birbirleriyle mücadele halinde olan değer sistemlerinin bir çoğulculuğudur. Dahası da bu kültürel değer sistemleri içinde bile, legitimasyonu (meşruluk) temin etmek için yeterli ahlâkî ve siyasî destek bulunamayabilir.
Bu, Batı Kültüründe toplumun, din, ahlâk, ekonomik meseleler üzerine oturan özel ilgi gruplarına ayrılmasıyla neticelenmiştir. Bu parçalanmışlık, siyasî süreci felce uğratmış, müşterek çıkar fikrini tahrip etmiş ve siyasi ve ekonomik kolaycılığın en küçük birimleri için artan şekilde şiddetli rekabeti doğurmuştur. Anlamlı bir şekilde, bu aynı parçalanmışlık, başlıca mezhepler ve çağdaş teolojide de meydana gelmektedir.
Postmodernitenin üçüncü karakteristik özelliği ise “entellektüel pazar” olarak bilinmektedir. Geçmişte, kültürel ve dînî bilgi ve değer, etkili bir şekilde entellektüel ve siyasal elit tarafından kontrol edilmekteydi. Ane-babalar çocuklarını, öğretmenler öğrencilerini, papazlar kilise üyelerini vs. kontrol etmekteydiler. Bilgi bir güçtü ve bilginin yayılması sıkı bir şekilde kontrol edilirdi. Bilginin yayılmasından sorumlu olan kimseler, özel eğitim ve öğretimin yıllarca sıkıntısını çektiler ve kendi özel niteliklerinin uygulayıcısı olmalarına müsaade edilmeden önce, emsallerinin bir sınavını geçmek zorunda kaldılar.
Bununla birlite postmodernite ile önemli bir değişiklik meydana gelir ve artık dînî bilgi ve değer etkili bir şekilde entellektüel ve siyasî elit tarafından kontrol edilebilir. Uydu televizyon ağları, bilgisayarlar ve faks makinaları hem sansür hem de kontrolün modasının geçmesine neden oldu. Bu teknolojilerin video kaset ve telefonları da kapsayan daha geniş ağlara taşıdıkları hızlı haberler yalnızca bu pazarın öneminin artmasına hizmet etmektedir. “Bilgi Otobanı” adı verilen bu yol, bilginin ve değerin toplumun her kesimine yayılış tarzını da değiştirmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde, kablolu televizyon aracılığıyla, tek bir evin elli televizyon yayınına ulaşabilmesi artık seyrek rastlanan bir durum değildir. Bu televizyon kanalları düzenli televizyon yayınından eğitime, yirmidört saat habere, hava, spor, eğlence, muzik, video, dinî programlar, çocuk ve aile programları, yirmidört saat sinema, müstehcen filimler, ev alışverişi ve hükümet toplantılarının izlenmesine kadar bir dizi programı içermektedir. Uydu antenli televizyonlar, dünyanın diğer birçok yerinde çok daha etkilidir. Örneğin şimdi Asya’da, Atlanta’dan CNN, Tokyo’dan NHK ve Hong Kong’dan Star Tv yayınlarını alamayan çok az yer bulunmaktadır. Çeşitli göçmen gruplara hitaben değişik dillerde yayın yapan radyo ve televizyon istasyonları bulunmaktadır. İşte Kore’de, bir insan uydu televizyon hizmetini, İngilizce, Çince, Japonca, Rusça, Fransızca ve Almancadan oluşan dil tercihlerine göre seçebilir. Kitle iletişim araçları (mass media), dünya insanları için geniş bir ürün, değer ve düşünce pazarını kullanılabilir hale getirmiştir. Hatta dünyanın en ıssız bölgelerinde bile, bir insan en umulmayan yerlerde güneş enerjisine ve uydu antenlerine rastlayabilir. Bilgisayarların yaygın olarak kullanılması, bilgi ve değerin serbest dolaşımını daha da artırdı. İnternet ve diğer bilgisayar ağları aracılığıyla bir insan, kullanılabilir bilgi ve değerin olası her biçimine ulaşabilir. Bütün ihtiyaç duyulan şey, bir bilgisayar, bir modem ve doğru bir yazılımdır. Entellektüel ve siyasi elitin bir üyesi olma zorunluluğu bulunmamaktadır.
Fakat dinî bilgi ve değeri kim kontrol edecek? Televizyoncular önde gelen kiliselerin teolojisine meydan okurkan, sanal *****grafi de geleneksel ahlâkî değerlere meydan okumaktadır. Bir insanın kendi evinde izlediği videolar, nazik ve açık toplumun değerlerine meydan okumaktadır. Bilgisayar ağlarından derlenen bilgi, -bir öğretmenin öğrettiği bilgi gibi- kültürel ve dinsel olarak kısıtlanmış şeylere meydan okuyor. Biz entellektüel ve ruhânî bir pazarda yaşamaktayız.
Postmodernitenin dördüncü karakteristik özelliği de, yeniden yapısal parçalanma süreci olarak bilinmektedir. Bu, tam olarak “tıpkı bir soğanın kabuklarının soyulmasi işlemi gibi, metinlerin parçalanması” anlamına gelen bir sözcüktür. O istenilerek yapılan bir sürectir. Tıpkı Jacpuas Derrida’nın Şu sözünde olduğu gibi: “Neden şeyleri oldukları gibi bırakmak yerine onları parçalamak için uğraşılır? Burada bulunan hiçbir şey bir kuvvetin etkisi olmadan şuraya hareket edemez. Benim üzerinde ısrar ettiğim parçalanma nötr değil, kasıtlıdır”. O, metinlerin kabul edilen anlam standartlarının meşruluklarını azaltma yolu ve otoritenin geleneksel anlamlarının özüne doğru giden bir metottur.
Parçalama, metinnin, bireysel bilgi kırıntılarını ekarte etme ve birbirinden ayırmak amacıyla bir metinin olası bütün pespektiflerden kontrol edilmesidir. Michael Foucault bu bilgi parçacığını şöyle isimlendirir: “Biz bu bilgi parçacığıyla, belli bir aşamada, kuramsal figurler, bilimler ve kesin olarak belirlenmiş olası sistemlerin sebebi olan mantîkî uygulamaları birleştiren ilişkilerin toplam setini kastediyoruz. Bu bilgi parçacığı, bilginin bir formu veya çok çeşitli ilimlerin baştan başa konu, öz ve aşamasının hakim birliğini açıkça gösteren rasyonalitenin bir çeşidi değildir. O, belli bir aşamada, birinin bilimleri mantık kuralları içerisinde analiz ederken, onlar arasında keşfedilebilen ilişkilerin toplamıdır”.
Bunun ifade ettiği anlam şudur: Her metin, herhangi bir zaman sürecinde, metnin anlamını karşılıklı olarak etkileyen bir ilişkiler ağı veya şebekesine bağlıdır. Bu nedenle ne geçmiş ve ne de hiçbir zaman bir ilkenin anlamı olmamaktadır. Bu nedenle parçalama, kategorik olarak, herhangi bir metne nihâî bir anlamın verilebilmesinin mutlak imkansızlığını iddia etmektedir.
Açıkça, parçalama, “nesnel (objektif) gerçekliğin yerini açıklayıcı (tefsirî, hermeneutic) gerçekliğin almas” sından beri teoloji için büyük bir gizli anlam taşmaktadır. Bu, İncil gibi kutsal metinlerin hem tek nihâî bir anlama sahip olmayışını hem de bu tarz metinlerin zorunlu olarak emredici (authoritative) olmadığını ifade eder. gerçekte metnin dışındaki ilişkiler ağı, hem o metnin anlamını ve hem de onun emrediciliğinin doğasını belirlemektedir. Reforme olmuş Presbiteryen gelenekte bunun bir örneği, cinsel ahlakları kuşatan anlaşmazlık ve İncil metni yorumlanarak farklı çeşitli konumların desteklenmesi yollarıdır. Metnin geleneksel okuma biçimi ve onun postmodern yapısal parçalanma şekli büyük ölçüde farklı yorumlarla sonuçlanacaktır.
Şüphesiz postmodernitenin belirtilebilen özellikleri dışında diğer nitelikleri de bulunmaktadır. Ancak Batı’nın çöküşü, meşruluk krizi, entellektüel pazar ve parçalama süreci öylesine içinde yaşadığımız zamanın bir özelliği olarak tarif edilir ki postmodernite varlığın sosyo-kültürel bir ifadesi olmaktadır.
Bu dört özellik birlikte ele alındığında, hemen hemen sınırsız bir çoğulculuktan oluşan bir dünya ile sonuçlanır. Ancak bu bize, fikir, değer ve ürün çoğulculuğunu bir değerlendirme imkânı vermez. Sosyolog Zygmunt Bauman’ın dediği gibi “postmoderniteye atfedilen başlıca özellik, kültürlerin, toplumsal geleneklerin, ideolojilerin, hayat stillerinin veya da dil oyunlarının sürekli ve azımsanamayacak çoğulculuğu veya bu çoğulculuğun tanınması ve bilincinde olunmasıdır. Postmodern dünyada çoğul olan şeyler, evrimsel bir sıraya dizilemez veya da yaygın problemlerin doğru veya yanlış çözümü olarak sınıflanamayacakları gibi, birbirlerinden üstün veya önemsiz olarak da görülemezler. Hiçbir bilgi, onu mümkün kılarak anlamlamlandıran kültür, gelenek, dil oyunları v.s bağlamları dışında değerlendirilemez. Bundan dolayı, bu bağlamın dışında doğrulanabilecek hiçbir “geçerlilik kriteri” kullanılamamaktadır. Evrensel değerler olmadan, postmodern dünyanın problemi, üst kültürü nasıl evrenselleştireceği değil, kültürler arasında karşılıklı anlayış ve iletişimi nasıl sağlayacağı noktasında olmaktadır.”
Bauman’ın bu açıklamasına göre, postmodernitenin teoloji ve kilise yaşamı üzerine etkisini anlayabilmek için herkesin yapması gereken şey, “din” sözcüğünü “kültür” sözcüğü yerine kullanmak olacaktır.
Dünya kültürlerinin çoğu bir bakıma dinî gelenekler ve Batı Hristiyanlığından oldukça farklı değer sistemleri üzerinde konuşlanmışlardır. Batının dünyevileşmesi (secularization) gerçekte dünya kültürleri arasında azınlık gibi bir şeydir. Günümüz postmodernitesi, diğer milletler ve onların kültürleri, ekonomik, siyasî ve askeri alanda gücünü artırırken, bu gerçeklikle uyum halinde olmayı gerektirecektir. “Bu ise Batının, temel dînî ve felsefî savlarında çok daha büyük bir anlayış geliştirmelerini gerektirecektir”.
Eğer postmodernite içinde yaşadığımız zamanın isimlendirilmesi ise, postmodernizm, bu isimlendirmeye cevap olarak ortaya çıkmış olan bir harekettir. Postmodernizm terimi ilk defa1950 ve 1960’lı yıllarda, mimaride, modern mimarî sitilin sade çizgisel formlarına karşı ortaya çıkmış bir harekete nispet edilerek kullanılmıştır. Çok geçmeden o, edebiyat, sanat ve kritik teori olarak bilinmekte olan sosyoloji-felsefe karışımı alanlardaki hareketleri de kapsayacak şekilde genişledi. Terimin çok yönlü uygulamalar nedeniyle “postmodernizmin kolay anlaşılır bir tanımını veya bir dökümünü çıkarmak hemen hemen imkansızdır”. Bu şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü, çoğulculuk postmodern koşulların en açık bir sonucudur ve Parçalara ayrılma, her çeşit nihâî bir anlama ulaşmayı imkansızlaştırmaktadır. Bununla birlikte, “postmodernizmin, II.Dünya Savaşından sonra Avrupa aydınının hissettiği hayal kırıklığından doğduğu” da söylenebilir.
Tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26.04.09, 10:43   #2
Kullanıcı Profili
YÖNETİCİ
 
Tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetTualim
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2009
Üye No: 2
Mesajlar: 1.665
Konular: 1221
Bulunduğu yer: İstanbul
Standart

C-Potstmodernizmde Dört Ana Tema


Potmodernizme en azından dört ana temanın varlığı anlaşılabilir.[29][29] İlki, klasik ****fizik düşüncenin reddedilmesidir. Bu bir bakıma Batı düşüncesinin çoğunun temelini oluşturan söylem ötesi (sözle ifade edilemeyen) felsefî düşüncesinin bir reddididir. Gerçekliğin tabiatı, nesnel gerçeklikte değil aksine olağanüstü dilsel olayda bulunmaktadır. ****fizik objektivitenin yerini, sosyolojik subjektivite almıştır. Klasik ****fiziğin reddi, tümdengelimsel teolojiden tümevarımcı teolojiye doğru değişen bir şekil almıştır. [30][30] Bu değişim, özgürlükçü teoloji ve şimdilerde modada olan birçok sosyo-politik teolojilerin temelinde de yatmaktadır.
Sosyolojik subjektiflik, insan özerkliğinin reddi anlamına gelen ikinci temaya götürmektedir. Konu yani insan, daima tarih, kültür, ekonomi, din, siyaset ve dünya görüşünü de kapsayan daha geniş boyuttaki sosyolojik matrisin (bir nesneye biçim veren şey) bir parçasıdır. Teoloji “uzaydan inme” değildir aksine sosyo-kültürel matris kompeksi içinde inşa edilmektedir.[31][31]
Bu iki temadan biri, çağdaş teolojide, teolojinin, Kutsal Kitap, inanç, ikrar ve dinî gelenekler gibi objektif kurumlarıyla ilişkisini kesmenin yollarını arayan “kurumsuzluk” olarak bilinen bir harekete götüremektedir.
Bu çerçevede teoloji, tarih ve kültürün sürükli değişen bağlamı içerisindeki toplumun ihtiyaçlarından doğmaktadır. Kutsal Kitap, inanç, ikrâr ve dinî gelenek sürekli değişmekte olan tarih ve kültürün birer parçasıdırlar ve bu nedenle de teolojik yaşam ve faaliyetin kurumları olarak hizmet veremezler. Teolojik inşa görevinde doktrinden çok daha fazla, ahlak merkezî bir konuma sahiptir. Bu nedenle, geleneksel teolojide olduğu gibi, ahlakın doktrinden çıkışından çok dokrin ahlâktan çıkar.
Postmodernizmdeki üçüncü tema ise, insan yaşamının pratik ahlâkî yönleri için ciddi endişeler taşıyan “uygulama” dır. Postmedorn düşünürler, Batılı olmayan kültür insanlarının sömürülmesi ve zülme uğramalarına sebeb olması nedeniyle modernizmin arkaplanını özellikle sert bir şekilde eleştirmektedirler. Feminist, kadıncıl, Amerikalı Afrikalılar, İspanyol ve diğer marjinal kitle teolojileri kadar, Batılı olmayan dünyanın bağlamsal teolojilerinin de “uygulama” özerinde bu kadar çok vurgu yapmalarının nedeni budur. Teoloji yalnızca düşünsel değil aynı zamanda yaşamsaldır da. Oysa felsefe (geçmişte) geleneksel olarak, günümüzde ise sosyolojik olarak Teolojinin “diyalog ortağı”dır. Artık “uygulamanın doğruluğu (orthopraxis)”, “inancın doğruluğu (orthodoxy)” nun yerine geçmiştir.
Dördüncü ana tema, güçlü bir anti-aydınlanmacı tutumdur. Hatta bazı postmodernistler, Batı’nın kendi değerlerini evrenselleştirme girişimlerini “entellektüel terorizm” olarak isimlendirmektedirler. “Uygulama” ve “anti-aydınlanmacı tutum” un birlikte ele alınması, Batı’nın reddini ve İslâm bilginleri için “çekici bir perspektif”i gerektirmektedir. Postmodern Teolojide, aynı zamana rastlayan “geleneksel kültürlerin derûnunu yeniden keşfetme teşebbüsü” ile birlikte “aydınlanmacı gelenek”ten kararlı bir kaçış sözkonusudur.
Sonuc, kilisede hiçbir bakış açısının baskın bir konum üstlenemediği bir “teolojiler çoğulculuğu”dur. Teolojik olarak söylemek gerekirse, biz yalnızca postmodern teolojileri değil aynı zamanda hem modernite öncesi hem de temel savları içinde moderini de kapsayan entellektüel bir pazarda yaşamaktayız. Bu teolojik çoğulculuk, teoloji ve Asya bağlamı içerisindeki görevini de derinden etkilemektedir.


D-Teolojinin Geleceği Konusunde Birkaç Sonuç Düşüncesi


“Teolojinin Geleceği” isimli yazısında Johann Metz Baptist şunu iddia eder: “Teologlar son üniversalistlerdir (sonuçta herkesin ilahî affa eriyeceğini düşünen kimse). Medeniyet ve kültür alanında açıkça artan bir şekilde yer tutan çekişmelerin yer aldığı biz insanlık âleminin geleceği, büyük ölçüde bu üniversalizmi korumaya bağlıdır”. Böylesine bir bakış açısı, içinde yaşadığımız modernitenin ruhuna ters düşmektedir. Zira meslek olarak teolojiyle uğraşan bizlerin Metz’in sözlerini ciddiye alması yerinde olacaktır. Postmodern Teoloji, şimdi kendi geleneğimiz içindekilerden daha çok başka inançlardan insanlarla daha kolay diyolog kurulabileceği noktasında parçalara bölünmüştür. Teoloji spesifik sosyo-politik çıkarlara öylesine bağlıdır ki çoğu kere teolojinin nerede başladığını ve siyaset bilimin nerede ayrıldığını söyleyebilmek imkansızdır. Teolojideki kurumsuzluk (nonfoundationalism) inanç, ikrar, kutsal metin ve klise geleneğinin önemini minimize etmenin yolunu araştıracaktır. Teolojinin kültürleştirilmesi gerektiği fikri kesinlikle doğru iken, onun kültür üstü bir konumda kalması gerektiği tezi de aynı şekilde doğrudur. En azından bizim Hristiyanlık bağlamında anladığımız kadarıyla teoloji, kendi parametresine sahiptir.
Bu zaman süreclerinde yaşamak asla kolay değildir. Ve postmodernite bizi dürüstçe modern zamanlarla henüz gelmemiş ve adı konulmamış bir zaman aralığına yerleştirmektedir. Son zamanlarda Vatikan tarafından afaroz edilen Srilanka’lı bir teolog olan Tissa Balasuriya, “gezegensel teoloji” adını verdiği bir teoloji iddiasında bulunmaktadır.
Hristiyan mesajının merkezsel ruhuna yeniden bakmak zorundayız. Bu kutsal metinlerden oluşan vahiy kaynaklarına, özelliklede İncil’de gördüğümüz şekliyle Hz. İsa’nın kişiliğine doğrudan dönmeyi gerektirir. Biz İsa’nın evrenselliğini bulandıran Hristiyan merkezli kısıtlamalardan zihinlerimizi arındırmalıyız.
Diğer bir ayrılık noktası da, çağdaş dünyaya farklı bağlamlarda sosyo-ekonomik ve siyasal yansımaları olmalıdır. Aynı şekilde onları, insanlığın temel istekleri olan özgürlük ve kişisel edebilirlikle de ilişkilendirmeye çalışmalıyız.
Teolojilerin çoğulculuğu açıkça, Tanrı-dünya, İsa-kultur, metin-bağlam, evrensel-özel şeklinde sunulmaktadır. Hristiyanlık düşüncesinin bir merkez doktrini ve olayı olan “cisimselleştirme” (kişiselleştirme), bu çoğulculukları gerektirmektedir. Dünya bir ten ve aramızda zerafet ve doğrulukla oturan bir sâkindir.
Hristiyan Klise tarihinin değişik zaman ve mekanlarında, teoloji, diğerleri pahasına bu çoğulculuklarından birine doğru kaymıştır.
Eğer yapabilirseniz, teolojiyi bu çoğulculuklar arasındaki merkezi denge konumuna ve orta yola çağırmak gerekli olmuştur. Biz postmodern çağda teoloji yaparken, zihnimizde bu dengeyi korumak için elimizden geleni yapacağız ve postmodernizmin aşırı parçalayıcılığından kaçınacağız. Bu önemli ve hassas dengeyi yeniden kazanabilme yolunda bir teşebbüste bulunabilmek için, teolojinin birazcık üniversalizme doğru hareket etme vakti gelmiş olabilir.
__________________
TUALİM
Tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
anlamı, postmodernizmin, teolojik


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 17:02.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.