Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.10, 00:17   #2
Kullanıcı Profili
Renklerin Dansı
S.Moderators
 
Renklerin Dansı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetRenklerin Dansı
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: May 2009
Üye No: 27
Mesajlar: 3.656
Konular: 2075
Standart

SAHNE III.
Birinci sahnedeki çeşmenin
önü. Cemal bey, yıkanmış
yüzünü kurulamaktadır.

Cemal Bey: Aman ne saf köylülermiş bunlar; keşke herkes böyle olsa! Saf insanlar hayatımızı kolaylaştırır, kurnaz olanlar da zorlaştırır. Deminki köylüler öyle saflar ki, sözleşmeyi bana verdiler!...
Cahit Bey: Bu size ne kadar çok güvendiklerini gösterir.
Cemal Bey: Elbette, elbette! İnsanların bana güvenmelerini çok olumlu buluyorum.
Cahit Bey: (Şüpheyle) Onların açısından değil mi?
Cemal Bey: Hayır, kendi açımdan!
Cahit Bey: Peki ya onların açısından?
Cemal Bey: Ben olayları hep kendi açımdan düşünürüm, başka açılara hiç bakmam! Benim için üçgenin de, dörtgenin de, yamuğun da sadece bir açısı vardır; o da benim bulunduğum köşedeki açı! Ama madem ki sordunuz söyleyeyim: Onların açısından tam bir budalalıktır bu durum! Bırakın başkalarına güvenmeyi, bir insanın karısına ve hatta babasına dahi güvenmesi aptalca bir hatadır!...
Cahit Bey: Yaa!...
Cemal Bey: Bence hayatta yapılacak en akıllıca varsayım, konuştuğumuz her kişiyi potansiyel bir sahtekâr olarak görme varsayımıdır.
Cahit Bey: Yaa!...
Cemal Bey: İkide bir Almanlar gibi “Yaa” diyip durmasanıza!...
Cahit Bey: Pekâlâ!
Cemal Bey: Hay lânet! Ne şansızlıktır bu! Ayna gibi parlatmışlardı... Gördün mü bak, güzelim İtalyan ayakkabılarım ne hale gelmiş! Rezalet!
Cahit Bey: Pek parlak görünmedikleri kesin!
Cemal Bey: Mayısa bulanmış bir ayakkabı ancak bu kadar parlar! Yol değil dışkı tarlası âdeta. Şehirdeki kanalizasyonlar bile buradaki yollardan daha temizdir! (Cebinden çıkardığı sözleşmeyle, ıslık çalarak ayakkabılarını siler sakince.)
Cahit Bey: Aman Tanrım! Cemal bey, delirdiniz mi? Ne yapıyorsunuz öyle?
Cemal Bey: Ne yaptığım gün gibi açık! Şu lânet pislikleri siliyorum; bunların tezeğe dönüşmelerini bekleyecek değilim ya!
Cahit Bey: Ama daha az önce yaptığınız bu sözleşme... o iyi insanların sözleşmesi! Daha mürekkebi bile kurumamış bu onur, bu namus sözleşmesi...
Cemal Bey: Hay Allah iyiliğinizi versin! Bu hiç aklıma gelmemişti! Demek siz sözleşmeyi paçavra gibi kullanmama karşısınız. Çok hoşsunuz doğrusu, Cahit bey.
Cahit Bey: Başka neye karşı olacaktım ki? O güler yüzlü, temiz yürekli, samimî insanlara verilen sözler!...
Cemal Bey: İnsan ağzı kolonya şişesi gibidir, Cahit bey; kapağını açarsın, sözler dışarı uçar; havaya karışıp yok olurlar!...
Cahit Bey: Onların güvenini kara dışkılara buluyorsunuz...
Cemal Bey: Eh, ne yapalım, beyaz dışkı yok etrafta... Biz de mecburen karasını kullanıyoruz!...
Cahit Bey: Bu yaptığınız doğru değil!
Cemal Bey: İlâhi Cahit bey, sizi pek severim, ama doğrusunu söylemek gerekirse çok duygusal bir insansınız; kadın olarak doğsaymışsınız keşke!... Tarihi de iyi bilmediğiniz belli. (Sesini kalınlaştırır.) Çünkü insanlık tarihi, duygulu küçük adamların değil, duygusuz büyük adamların bir eseridir. Bu kıytırık sözleşme basit bir kuşmardı; köyün saf kuşlarını bu tuzakla ustaca yakaladım; artık tuzağa ihtiyacım yok, çünkü kuşlar kafeslendi. Aracı, amacına ulaşınca derhal çöpe atacaksın; sonra yeni bir araçla ve büyük bir hızla yeni bir amaca yöneleceksin. Çok basit, ama oldukça etkili bir felsefe! Hem sözleşmeyi onlara verseydim bile yine de bir şey fark etmeyecekti!...
Cahit Bey: İmzanız sizi bağlamıyor mu?
Cemal Bey: İmzam sahteydi; yazımı bile değişik yazmıştım... İşte buna zekâ derler!
Cahit Bey: (Kendi kendine) Sahtekârlığın adı zekâ oldu demek! Ben geri zekâlıyım öyleyse! (Cemal beye) Bir daha bu insanların yüzlerine nasıl bakacaksınız?
Cemal Bey: Bir daha bu insanların yüzlerine bakacağımı da nereden çıkardınız kuzum? Bazı yüzlere sadece bir kez bakılır, ikincisine gerek kalmaz, çünkü o yüz görevini yapmış ve geçmişe karışmıştır artık. Sevgili sekreterim, bir kibrit, bir mermi, bir tuvalet kağıdı ikinci kez kullanılmaz, kullanılamaz, çünkü işleri bitmiştir onların; unutmayınız bunu... Ben bu köyden istediğimi zorla değil güzellikle aldım. Onlarla tatlı tatlı konuştum sadece; onlar da beni tatlı tatlı dinlediler...
Cahit Bey: Ama onları kandırmış oluyorsunuz bu hareketinizle. Bu yaptığınızdan ötürü sizi suçlayacaklardır haklı olarak.
Cemal Bey: Suçlamak mı? Daha neler! Kimse beni suçlayamaz! Tilki koyunu kandırmışsa, kimse tilkiyi suçlayamaz! Mesele, tuzağa düşmeyecek kadar uyanık olmak! Evinizin kapısını ardına kadar açık bırakırsanız, günah hırsızdan gider; çünkü hırsıza davetiye gönderen sizsinizdir. Tarla faresi fare olarak kaldıkça, göklerin şahini de her zaman avlayacaktır onu, doğanın kuralıdır bu! Tanrının verdiği aklı kullananlar, ağır çekiçleri ellerine alıp, o aklı kullanmayan örs kafalıları ezecek ve onların hayatını şekillendireceklerdir! Benden öğreneceğiniz daha çok şeyler var, sevgili sekreterim...
Cahit Bey: (Kendi kendine) İnsanın şeytandan öğreneceği çok şeylerin olması gibi... (Yakınlardan bir kaval sesi duyulur. Çeşmenin ilerisinde bir çoban görünür.)
Cemal Bey: Hah! Nihayet bir Allah’ın kuluna rastlayabildik.
Cahit Bey: Hem de Allah’ın unuttuğu bir kuluna... Bu bir çoban!
Cemal Bey: Güzel çalıyor doğrusu; etraf kirli olsa da müzik tertemiz. Zaten bu vadide, sadece elle tutulamayan şeyler güzel: Gökyüzü ve bir de şu ezgi... Cahit bey, şu adamla hemen konuşalım, onun da desteğini alalım.
Cahit Bey: Fakat bir çobanın desteği ne işinize yarayacak, Cemal bey?
Cemal Bey: Kazanmak için yüz oy gerekiyorsa, doksan dokuzu yüz yapan sayı en değerli sayıdır; bir merdivendeki bütün basamaklar önemlidir, birisinin olmaması çıkışı zorlaştırır! Hem çoban deyip geçmeyin; bir sürüyü idare eden bir sürü insanı da idare edebilir. Kitle, ister manda, ister insan kitlesi olsun, hiç fark etmez; kitlenin yönetimi her canlıda aynıdır. Herhangi bir kitleyi yönetmenin sırrını bilen, her kitleyi yönetilebilir. Haydi sorun bakalım şu çobana bizden bir isteği var mıymış. Onu da kazanmadan gitmeyelim buradan.
Cahit Bey: Selâmünaleyküm, çoban kardeş.
Çoban: Selâmet üzerinize olsun.
Cahit Bey: Yanımdaki beyefendi bağımsız milletvekili adayınızdır. Köyünüz için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdır. Sizin Cemal beyden özel bir isteğiniz var mı acaba?
Çoban: Can güvenliğimizin sağlanmasından başka bir dileğimiz yoktur.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Bu ne biçim bir istek be! Behey budala! Dağ başında güvenlik mi olurmuş? Sen koyunları otlatırken tepende keskin nişancılarla dolu bir helikopter mi dolaştıralım, behey budala? Güvenlikmiş! Behey sersem herif, şehrin ortasında güvenlik yokken, Allah’ın dağında emniyette olmayı arzuluyor bu ehlikeyf hazretleri!.. Bunlar Kral 16. Louis’den de beterler! Güvenlik, Tanrının bile unuttuğu böyle dağlık yerlerde dünyanın en büyük lüksüdür! Müsrif Louis bile bu kadar lükse düşkün değildi... (Çobana) Çoban kardeş, yerden göğe kadar haklısın. Bir ülkede, başbakandan çobana kadar herkes kendisini tam bir güven içinde hissetmelidir. Bu haklı talebini gerekli makamlara ileteceğimi köyündeki herkese müjdeleyebilirsin. Beş yaşındaki bir çocuk bile, dağlarda, yaylalarda gece yarısı dahi olsa huzur içinde dolaşabilmelidir. Bu insan haklarıdır, anlıyor musun beni? Doğuştan Tanrının bize verdiği haklar... Hani şu 1776 Amerikan İnsan Hakları beyannamesindeki türden şeyleri kastediyorum...
Çoban: Ne türden, beyim?
Cemal Bey: Hani şu 1789 Fransız İhtilâli’nde savunulan haklar canım...
Çoban: Haa onlar mı...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Bu angut bunu anladıysa ben de dünyanın en dürüst adamıyım!
Çoban: Pestil kalesinin düşmesi ile ilgili konular bunlar, değil mi beyim?
Cemal Bey: (Şaşkın) Evet, onlar! Yoksa bir kitap falan mı okudun bu konuda? Belki de televizyondan duydun...
Çoban: İki yıl önce köyümüze Fransa’dan insan hakları heyeti gelmişti de... onlardan işittimdi...
Cemal Bey: Bravo, iyi hafızan varmış! Fakat pestil kalesi değil, Bastille Kalesi olacaktı bu isim; malûm, pestil meyve ezmesidir yenir, ama Bastille taştan yapılmıştır yenmez! (Kendi kendine) Pes doğrusu! Bu insan hakları heyetlerinin de gitmedikleri yer yok; yanlışlıkla hayvanat bahçelerine bile gidiyorlardır eminim! (Kuşlar cıvıldar, ardından iki el silah sesi duyulur. Cemal bey ve Cahit bey kendilerini yere atarlar. Çoban ayakta kalır ve etrafa bakınır) Canım çok acıyor. Kolumdan vuruldum herhalde... Hamlet benim yerimde olsa şöyle derdi şimdi: Şehit mi olacağım, gazi mi, dünya denilen şu muazzam sahnede? İşte budur bütün mesele!...
Cahit Bey: Abartmayın, Cemal bey! Kolunuzun altında kocaman bir diken var sadece!...
Cemal Bey: Biliyorum da, mermi kadar acıtan bir diken bu ama! Bu lânet köyün lânet dikenleri de kebap şişi gibi uzun mübarek! Çıkarın şunu derhal, rica ederim! (Yerdekiler tedirgin bir şekilde ayağa kalkıp toparlanırlar.)
Çoban: Ateş eden avcı Rüstem’di. Karşıdaki ağacın arkasında saklanıyor şimdi; bakın, kıçı görünüyor ağacın arkasından!
Cahit Bey: Bence o görünen beynidir!
Cemal Bey: Derdi nedir bu soytarının?
Çoban: Bizi bir geyik sürüsü sandı herhalde...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Kibar adammış; bizi yabanî bir eşek sürüsü de sanabilirdi!...
Çoban: Avcı Rüstem bu civarların zırdelisidir, beyim...
Cemal Bey: Akıllısıdır deseydin şaşardım zaten!
Çoban: Neyse ki kötü bir avcıdır, çünkü gözleri iyi görmez. Beş metre uzağına besili bir inek koyun, hatta üst üste iki besili inek koyun, yine de ıskalar...
Cemal Bey: Demek adam şişman bir ineği bile vuramıyor ha? İyi ki bu sene perhiz yapmışım!.. (Cahit beye fısıldayarak konuşur.) Delilerin oy kullanma hakları var mıdır?
Cahit Bey: Böyle bir durumda oyu nasıl düşünebilirsiniz, Cemal bey? Daha yeni ölümden döndük.
Cemal Bey: Çobanı duymadınız mı? Adam tombalak bir ineği bile vuramazmış; ya da şişko bir gergedanı! Ya da gebeş bir suaygırı üzerine binmiş iki tombul gergedanı! Anlayın işte! Buna benzer bir şey söylemişti çoban...
Cahit Bey: Deli Rüstem semiz bir ineği vuramaz; ama ben semiz bir inek değilim; o halde deli Rüstem beni vurabilir!... İşte bu mantık korkutuyor beni!... Sorunuza gelince, evet, bir deli de pekâlâ oy kullanabilir...
Cemal Bey: Mükemmel... Bakın, geyik avcımız buraya doğru geliyor.
Çoban: Yabancılara kötü davranmaz. Ama biz köylüleri, hele beni hiç sevmez.
Cemal Bey: Nedenmiş o?
Cahit Bey: Sevilmeyecek bir yanınız mı var?
Çoban: Beni İsa peygamber sanıyor; o da çobanlık etmişti ya...
Cahit Bey: Fakat İsa peygamber esasen koyunlara değil insanlara çobanlık etmişti!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) İkisi de aynı şey, ha insan ha koyun; tek fark, biri yünsüz öteki yünlü!... (Çobana) Elinizdeki asayla, İsa peygamberden çok Musa peygambere benziyorsunuz aslında!... Hem İsa olsanız da bunun ona ne zararı var ki?
Çoban: Deli Rüstem’in gözünde İsa peygamber cehennemlik bir gâvurdur; şarap içen bir günahkârdır...
Cemal Bey: Zırdeli saçması bir şey bu! Ama şu da bir gerçek ki, delide mantık aramak, deniz tabanında kuru toprak aramak gibi bir şeydir... Delinin en akıllısı bile, insanın en aptalından daha şapşaldır!...
Çoban: Bir tatsızlık çıkmasın diye ben gidiyorum beyim. Sağlıcakla kalın.
Cemal Bey: Kendinize ve koyunlarınıza iyi bakın, dostum.
Çoban: Sağ olun, beyim; Allah’a emanet olun!
Cahit Bey: Tanrı sürünüzü kurtlardan korusun, çoban kardeş!... (Çoban çıkar. Deli Rüstem, Cemal beyin önüne gelir.)
Cemal Bey: Hayırlı günler dilerim size zırdeli bey!
Cahit Bey: (Cemal beye bakarak öksürür.) Rüstem bey, Rüstem bey!...
Cemal Bey: Şey, Rüstem bey, Rüstem bey! (Güler.) Şeyinizin namlusunu gökyüzüne çevirirseniz daha rahat şey edebiliriz. Hani ne derler, şeytan tetiği çeker falan... Yani siz değil, şeytan çekebilir... Zaten biz geyik değiliz. Hem geyik olsak sizinle konuşamazdık değil mi? Geyikler Türkçe bilmez. And also, they can not speak English! Görüyorsunuz ki biz İngilizce de konuşabiliyoruz. Bir geyikte İngilizce ne gezer? Hem karım da beni hiç aldatmamıştır. (Güler.) Yani demek istiyorum ki, kafamda boynuz falan da yok; oysa geyik boynuzlu olur! Üstelik biz geyik muhabbetini de hiç sevmeyiz...
Deli Rüstem: Sizin geyik olmadığınızı biliyorum.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Bravo! İşte üstün zekâ diye buna derim ben! Adam bir bakışta geyik olmadığımızı anladı.
Deli Rüstem: Size ateş etmemiştim zaten!... Yanınızdaki deliyi korkutmak için ateş ettim.
Cemal Bey: Yanımdaki deliyi mi? Sekreterim deli değildir ki! (Kendi kendine) Fazlaca dürüst, aşırı insancıl, çok duygusal, can sıkıcı bir ahlâkçıdır, ama deli değildir! Gerçi bu saydıklarım hiç de akıllı insanlara özgü şeyler değiller ya neyse....
Deli Rüstem: Ben çobanı kastetmiştim!..
Cemal Bey: Çobanı mı? Çoban da mı deli sizin gibi? (Cahit bey öksürür.)
Deli Rüstem: Demek size benim deli olduğumu söylemiş. Allah insanı bir delinin kuru iftirasından korusun!...
Cemal Bey: Size iftira mı etti yani?
Deli Rüstem: Bende bir deli suratı var mı sizce?
Cemal Bey: Yok mu sizce? Şey yani, demek istiyorum ki, sizde bir deli tipi yok elbette!...
Deli Rüstem: Köyümüzün yegane delisi bu çobandır, beyim!
Cahit Bey: Doğuştan mı? Sonradan mı?
Deli Rüstem: Akraba evliliği... Size bir zarar vermesin diye korkutmak için ateş ettimdi...
Cemal Bey: Çok şaşırdım doğrusu. Gayet normal görünüyordu; tıpkı sizin gibi...
Deli Rüstem: Akıllı rolünü iyi oynar!... Deliliği bir gelir bir gider!
Cemal Bey: Neyse, kendimi tanıtayım: Ben Cemal bey; bağımsız milletvekili adayıyım; bu bey de sekreterim Cahit bey.
Deli Rüstem: Bahtiyar oldum, beyim.
Cemal Bey: Ben avcılara çok saygı duyarım, Rüstem bey; sizler olmasanız o lânet hayvanları kim vuracak değil mi? Öyle hızlı ürüyorlar ki, birileri onların sayılarını sürekli azaltması lâzım; yoksa işin sonu felâket! Tilkilere, çakallara, yaban domuzlarına karşı da demokrat davranırsak, bir gün öyle çoğalırlar ki, ezici çoğunluğu ele geçirip bizi iktidardan indirebilirler. Malûm, demokrasilerin hükümdarı çoğunluklardır; mutlak güç onlardadır!... Rüstem bey, bizden bir dileğiniz var mıdır? Varsa elimizden geleni yaparız; hiç çekinmeyin lütfen...
Deli Rüstem: Var, Cemal bey.
Cemal Bey: Sorun varsa çözeriz! Maymuncuk gibi bir zekâmız olduğundan, açamayacağımız kapı yoktur inanın...
Deli Rüstem: Biliyorsunuz azgın bir nehrin üzerindeki köprüden geçildikten sonra bizim köyün de bulunduğu kapalı vadiye geliniyor.
Cemal Bey: Evet, gelirken gördük; çok estetik bir köprü...
Deli Rüstem: İşte bu köprülerin sağlam yapılmasını istiyoruz, Cemal bey...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Deminki çoban deliymiş. Bu ahmakta da köprülerin çökeceği paranoyası var galiba... Sağlıksız ruhların, bunamış beyinlerin istila ettiği bir bölgede olduğumuz da kanıtlandı böylece! Uygarlıktan, şehirlerden uzaklaştıkça anormallikler de artıyor!... (Deli Rüstem’e) Fevkalâde yerinde bir istek. Köydeyken bunu bana iletmemişlerdi, ama şimdi sekreterim bu isteğinizi hemen not alır.
Deli Rüstem: Köylülerin bundan haberleri henüz olmadı sanırım.
Cemal Bey: Köprünün sağlam olmadığından mı?
Deli Rüstem: Hayır, köprünün yıkıldığından!
Cemal Bey: Çok şakacısınız, Rüstem bey. (Güler.) Koskoca köprü bu, borsa değil ki bir saatte çöksün! (Güler. Duraksar. Deli Rüstem’in ciddiyetinden olayın doğru olduğunu anlar). Olamaz! Olmamalı!
Deli Rüstem: Köprü deve gibi böğürerek çöktü, Cemal bey.
Cahit Bey: (Kendi kendine) Bir ülkede ahlâk çöktüyse her şey de onunla beraber çöker!...
Deli Rüstem: Karayolu bağlantımız tamamen kesildi. Salla da karşıya geçmek imkânsız....
Cemal Bey: Ya havayolu bağlantısı?
Deli Rüstem: Kuşları kastediyorsanız o yol halen açık.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Kuş beyinli herif! (Deli Rüstem’e) Havaalanını kastetmiştim, ama buralarda ne gezer değil mi? Öylesine söyledim işte; moralim çok bozuldu! Tanrı da neden bizlere bir çift kanat vermemiş ki? Hayatını gaklamakla geçiren basit bir karga bile bizden daha üstün şimdi; ve hatta, yumurtlamaktan ve gıdaklamaktan başka bir şey bilmeyen mankafa bir tavuk bile az da olsa havada uçabilir!... Çok kötü oldu bu köprü işi... Yarın akşam başkentte önemli bir yere davet edilmiştim!...
Deli Rüstem: Nereye, beyim?
Cemal Bey: Şey, zihinsel özürlüler yararına düzenlenen bir geceye!...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Hoppala! Bu da nereden çıktı?.. (Düşünür) Ha, evet, şimdi hatırladım! Zengin müteahhitlerin düzenlediği, seçim için adaylara para yardımı gecesini kastediyor besbelli!... Goldoni’nin yalancısını da geçti bu adam; her yalan söyleyişinde Pinokyo gibi uzasaydı burnu, Andromeda’ya ulaşmıştı şimdi ucu! Gerçi o bahsettiği gecede bir takım zihinsel özürlülerin bulunması da pek muhtemeldir; sağlam bir bina yapamayacak kadar zihinsel özürlüler!...
Cemal Bey: Hay lânet! Ben halk için çırpınıp durayım, tabiat hanım da bana bu çirkin oyunu oynasın! Lânet tabiat! Aptal tabiat!...
Deli Rüstem: Köprüyü yıkan tabiat değildi ki, Cemal bey; müteahhitti! Kaç aydır yağmur yağmadı, deprem de olmadı... Tabiat, bir çocuk kadar masum bu işte...
Cahit Bey: (Kendi kendine) İşte, gerçek bir cahilden bilgece bir söz! Gerçek bir bilgeden cahilce bir söz işitmek kadar enderdir böyle bir durum...
Cemal Bey: (Dalgındır) Ne? Kim? Ha, evet, evet, haklısın; tabiat masum!.. Suç, o taş yürekli, kaz kafalı kötü müteahhitlerde!...
Cahit Bey: Yaptıkları binaları, köprüleri ya hafifçe esen bir meltem rüzgârı yıkıyor, ya da yavaşça uçan bir sinek çarptığı zaman yıkılıyor; işte öylesine sağlam yapıyorlar işlerini!...
Cemal Bey: O nohut kafalılardan bir tanesini elime bir geçirirsem kaz gibi yolacağım...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Yolacağınıza hiç şüphe yok!...
Cemal Bey: (Kendi kendisini teskin etmeye çalışır.) Ne yapalım, kaderin cilvesi; daha doğrusu kaderin tekmesi! Kadınlar gibi oturup ağlayacak değiliz ya! Biz erkeğiz! (Yumruğunu sıkar.) Paniğe kapılmaya gerek yok değil mi? Sakin olmalıyız! İnsanın başına her şey gelir; yukardan göktaşı bile düşebilir veya daha beteri, dırdırcı bir kadınla evlenmek zorunda kalabilir...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Daha da beteri, bir yalancının yanında sekreter olabilir...
Cemal Bey: Karşıya geçmenin bir yolu olmalı...
Deli Rüstem: Eskiden kullandığımız bir teleferik var; en geç iki günde tamir ederiz, sizi de karşıya geçiririz... Arabanızı da köprü yapılınca gelir alırsınız...
Cemal Bey: (Yüzünde acı bir ifadeyle) İki gün mü dediniz? İki lânet gün? Kırk sekiz lânet saat! Hayat bu kadar acımasız mı davranacaktı bize karşı? Zavallı kulaklarımız insanı allak bullak eden böyle aşağılık haberlerle mi sarsılacaktı? İki gün ha? Kokuşmuş kötü müteahhitler! Çimento hırsızları! Azrail’in gebeş taşeronları!... O güzelim Mısır piramitlerini bizdeki sahtekâr müteahhitlere verselerdi, firavunların mumyaları dev taşların altında şimdiye çoktan üzerinden araba geçen kurbağalar gibi yamyassı olmuşlardı...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Kendi ayağına hafifçe basıldığında öylesine avazı çıktığı kadar bağırır ki! Başkasını hunharca boğazlasalar dönüp bakmaz bile. Böylesine egoist bir duyarlılık ancak ibliste bulunur! Bu çıkarcılar kralıyla, bu yalancılar şahıyla işim ne benim? Dürüst bir adamın yanında bir sirk soytarısı olsaydım bu kadar üzülmezdim eminim. Ey bütün kötülüklerin anası, babası, kısacası her şeyi olan “Para”! Senin için katlanıyorum bütün bunlara; ben sefalete dayanırım, ama küçük çocuklarım asla...
Deli Rüstem: Telâşlanmayın, beyim. İki gün köyde sizi misafir ederiz; yağla balla besleriz.
Cemal Bey: Bende kolesterol fazlası var, yağ yemiyorum!...
Deli Rüstem: Zaman su gibi akıp gider...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Bu köy öyle kasvetli, öyle soğuk ki, zaman bile donar burada!...
Deli Rüstem: Hem köyümüzün sorunlarını daha yakından görürsünüz...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Hay köyün de sen de yerin yedi kat dibine batın emi!... Bu cehennemde kuş sütü içsem, mersin balığı yumurtasıyla beslensem ne fark eder ki? O kara cahil suratları bir daha göreceğimi, sarımsak kokulu nefeslerini yüzümde hissetmek zorunda kalacağımı, kokmuş çoraplarından yükselen dayanılmaz kokulara katlanmak durumunda olacağımı, yağ okyanusuna dönüşmüş bulgur pilavlarını kedilerin sıcak dilleriyle parlattığı o mikrobik kaşıklarla önüme getireceklerini düşünmek bile midemi ekşitiyor. (Cebinden çıkardığı bir mide hapını yutar.) Hapı yuttuk! (Deli Rüstem’e) Anlaşılan o ki, yapılacak pek bir şey yok!...
Cahit Bey: Köye dönelim o halde...
Deli Rüstem: Köyün girişine kadar size refakat edeyim, beyim. Oradan ayrılırım.
Cemal Bey: Bir yere mi gidiyorsunuz?
Deli Rüstem: Uzun zamandır peşinde olduğum bir yaban domuzunu çarmıha gereceğim Allah’ın izniyle.
Cemal Bey: Bravo! Kutlarım sizi! Bir avcıya da bu yakışır zaten. Hayvanlara ölüm!... Buyurun, düşün önümüze gidelim köyünüze. (Eğilip yerden sözleşmeyi alır. Kendi kendine) Sorarlarsa hikâyem hazır: Avcı ateş edince yere düştük, sözleşme de çamurlandı... (Çıkarlar.)
Renklerin Dansı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla