Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.10, 00:19   #4
Kullanıcı Profili
Renklerin Dansı
S.Moderators
 
Renklerin Dansı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetRenklerin Dansı
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: May 2009
Üye No: 27
Mesajlar: 3.656
Konular: 2075
Standart Sahne vı.

SAHNE VI.
Bir mezarlık. Cemal bey ve
Cahit bey yan yatmış bir mezar
taşının yanına gelirler.

Cahit Bey: Şurada biraz dinlenelim, Cemal bey; çok yoruldum ben! Bataklığın sivrisinekleri de canıma okudu!... (Cemal bey mezar taşının üzerine oturur ve yere tükürür; Cahit bey de yere çömelir.)
Cemal Bey: Şu kapkara bulutlar da deliden yana âdeta; tiyatro perdesi gibi birdenbire ortaya çıkıp dolunayın oyununu bitiriverdiler; loşluğu karanlığa boğdular!... Cahit bey, rica ederim elinizi sallamayın, sinirimi bozuyorsunuz!
Cahit Bey: Ne yapayım, sıcaktan terliyorum...
Cemal Bey: Korkudan terliyorsunuz siz! Korku, kör bir giyotindir; hiçbir sorunun başını kesemez! İçinizdeki korkuyu atın üzerinizden, göreceksiniz o zaman zihniniz bir tüy gibi hafifleyecek...
Cahit Bey: Ah bir atabilsem! Ama elimde değil, korkuyorum; genetik şifrem böyle kodlanmış!... Ya kahveci Osman evde olmadığımızın farkına varırsa? Ya köyden çıkarken birisi bizi gördüyse ve takip ettiyse? Hem burada, gecenin bu ürkünç saatinde işimiz nedir, Cemal bey?
Cemal Bey: Gecenin bu saati bu sözünü duyarsa sana gücenir!
Cahit Bey: Nedenmiş o?
Cemal Bey: Gecenin bütün saatleri güzel ve zariftir de ondan... Burada bulunuş amacımız deli Rüstem’i bulmak ve ona kaçmasını söylemek; çünkü bu geri zekâlı, oy tarlamız için bir mayıs böceği gibi zararlı... Gece yarısından önce onu mutlaka bulup uyarmalıyız ve hiç vakit kaybetmeden odamıza geri dönmeliyiz...
Cahit Bey: Dönebilirsek eğer!...
Cemal Bey: Ne demek o?
Cahit Bey: Buradan sağ çıkamayacağız gibi bir his var içimde.
Cemal Bey: Saçma! Batıl hisler bunlar, batıl!..
Cahit Bey: Şu acı acı öten garip kuşlar ve çenebaz kurbağalar sinirlerimi bozuyor. Üstelik bir tarafta tehlikeli bir deli, öteki tarafta da ölülerin ruhları!...
Cemal Bey: Ne olmuş ölülerin ruhlarına?
Cahit Bey: Büyükannem anlatırdı hep: Geceleri bütün kötü ruhlar mezarlıklarda toplanırlar ve buradan geçenler olursa onlara türlü türlü çılgınlıklar, kötülükler yaparlarmış...
Cemal Bey: Masal, bunlar, masal; çocuk masalları... Büyüyün artık lütfen!... (Tekrar ay ışığı çıkar.) Haydi, bu kadar dinlenme yeter; biraz daha oturursak üzerimize rehavet çökecek, sonra bir bakacağız ki horozlar çatlak sesleriyle sabahı müjdeliyorlar! Şu baykuşun öttüğü yere doğru gidelim.
Cahit Bey: Aman dikkat edin! (Cemal beyi kolundan yakalar.) Tutmasaydım kim bilir nerelere gidecektiniz!...
Cemal Bey: Az daha içine düşüyordum! Nedir bu?
Cahit Bey: Yuvarlak bir çukur galiba.
Cemal Bey: Yoksa bu mezarlıkta ölüleri dikine mi gömüyorlar, ha? Belki dikine gömünce daha sağlıklı oluyor; ruh, uzaya gönderilen bir füze gibi yukarı daha rahat fırlayabiliyor. Bir çeşit “Ruh rampası” herhalde! (Güler.)
Cahit Bey: Bu eski bir kuyuya benziyor...
Cemal Bey: Şuradan bir taş at bakalım içine, derinliği ne kadarmış. İçine düşseydim ne kadar süre havada sağ kalacaktım, merak ettim. (Cahit bey kuyuya bir taş atar; iki saniye sonra ses gelir.)
Cahit Bey: Ürkütücü bir derinlik! Demek sizi tutamasaydım, arzın merkezine doğru Azrail’in verdiği vizeyle seyahat edecektiniz... Tüylerim diken diken oldu.
Cemal Bey: Sahi ya, kaktüse benzemişsiniz, ya da kolları aküpunktürlü birine!...
Cahit Bey: Düşünün bir kez, bizi yaşatan hep tesadüfler değil mi? Ya kolunuzdan tutamasaydım? Ya yürürken o sırada ben de sizin gibi uluyan kurt misali gözlerimi dolunaya dikmiş olsaydım? Tesadüf, tesadüf! Hayatımız öylesine hassas, öylesine çıtkırıldım dengeler üzerine kurulu ki!...
Cemal Bey: Immanuel Kant bey, felsefeyi bırakın şimdi!
Cahit Bey: Cambaz gibi bir ipte yürümeye çalışıyoruz; kıldan ince bir ipte... Bir hata, bir dalgınlık... yaşamak zor! Ah! gerçekten çok zor!... Ölümün kokuşmuş nefesi her an ensemizde!...
Cemal Bey: Cahit bey, anlaşılan siz bu mezarlıkta korkudan ölüp gideceksiniz ve ben de sekretersiz kalacağım!... En iyisi mezarlığın giriş kapısına gidip bekleyin beni orada...
Cahit Bey: Mükemmel bir fikir! Hemen gidiyorum... fazla geç kalmayın lütfen... (Koşarak çıkar.)
Cemal Bey: Ah, şu korkaklar!... İlerde bir karaltı görüyorum sanki. (Kurbağaların bağırtıları arasında güçlükle bir kaval sesi duyulur; Cemal bey kulak kabartır.) Çarmık Rüstem bu! Elindeki de çobanın kavalı olmalı. (Yavaş sesle) Rüstem bey! Benim, ben! Cemal bey... Korkmayın, yanınıza geliyorum... (Kendi kendine) Vahşi bir ayının kafesine girerken, ayıya korkmayınız demek gibi bir şey oldu bu da!...
Deli Rüstem: Bu saatte hangi rüzgâr attı sizi buraya?
Cemal Bey: Cinayet rüzgârı! (Kendi kendine) Daha doğrusu seçim rüzgârı!...
Deli Rüstem: Hiç öyle bir rüzgâr ismi duymadım ben!
Cemal Bey: Onlar bulmadan önce size ulaşmış olmak ne güzel!
Deli Rüstem: Onlar kimdir, beyim?
Cemal Bey: Rüstem bey, hayatınız tehlikede; Hamlet’in dediği gibi, olmak ya da olmamak durumuyla karşı karşıyasınız. Bir saate kalmaz köylüler burada olurlar...
Deli Rüstem: Niye? Cenaze mi var?
Cemal Bey: Evet, var ya!
Deli Rüstem: Kimin cenazesiymiş?
Cemal Bey: Buradan derhal kaçmazsanız sizin cenazeniz olacak, Lâubalî bey!...
Deli Rüstem: Fakat benim sağlığım gayet yerinde...
Cemal Bey: Unuttunuz mu, çobanı öldürmüştünüz ya bugün!... Her an linç edilebilirsiniz!
Deli Rüstem: Ne diyorsunuz? Bizim çobanı mı öldürmüşler? Hangi sapığın işidir bu, beyim?
Cemal Bey: (Rüstem’i taklit ederek) Hangi sapığın işidir bu, beyim! Hangi sapığın olacak, karşımdaki sapığın! Yahu çobanı öldürdünüz, bari adamın kavalını öttürmeyin. Bir parça haysiyet yok mu sizde? Katillerin böylesine yüzsüzleştiği, cinayetin bile yozlaştığı garip bir toplumda yaşıyoruz işte!... Madem öldürdünüz, delilleri yok edecek kadar da küçük bir zahmete katlansaydınız hiç değilse! Pişkinliğin daniskası bu, başka bir şey değil!
Deli Rüstem: Cemal bey, size yemin ederim bu kaval çobanın kavalı değil!
Cemal Bey: Kimin kavalı ya? Fareli köyün kavalcısının kavalı mı?
Deli Rüstem: Hayır, bu İsa’nın kavalı!
Cemal Bey: Hoppala! O kadar eski mi bu elinizdeki kaval? Antikacılar bunu bir duysa, ballı kovan bulmuş arılar gibi üşüşürler buraya!...
Deli Rüstem: Artık itiraf edebilirim: Ben o gâvur İsa’yı öldürdüm; çobanı vuran dürzü ben değilim...
Cemal Bey: İsa’yı öldürdüyseniz bu sizi çok daha büyük bir dürzü yapar! Deli Rüstem bey, alın şunu da derhal uzaklaşın bu köyden, rica ederim; sonra bana dua edersiniz bu iyiliğim için. Haydi, haydi, uzaklaşın lütfen, zaman daralıyor... Alın, alın bu parayı... Tanrı aşkına, daha ne bekliyorsunuz orada mezar taşı gibi dimdik, gidin diyorum size! Yahu gitsenize! Hay lânet! Git, hadi git! Defol! Kış, kış! Hoşt! (Kendi kendine) Ne pislik bir adam; rüşvet sifonunu çektik yine gitmiyor! Paraya değer vermeyen bir adamın aklından zoru vardır. Böylece Rüstem’in deliliğini bilimsel olarak kanıtlamış oldum! Paradan daha iyi bir mihenk taşı yoktur!...
Deli Rüstem: Demek bana para teklif ediyorsunuz, ha?
Cemal Bey: Hem de Amerikan doları; beş tane yüzlük!...
Deli Rüstem: Köpek gibi aç bile olsam rüşvet yemem!
Cemal Bey: Bir tadına bakın, canım, eminim hoşunuza gidecek!...
Deli Rüstem: Midem kaldırmaz öyle şeyleri; yersem kusarım!... Ama sizi çok iyi anlıyorum, beyim...
Cemal Bey: Neyi anlıyormuşsun?
Deli Rüstem: Beyninizin içini rahatça görebiliyorum...
Cemal Bey: Röntgen gibi göz var sizde de!...
Deli Rüstem: Siz temiz ismimi lekelemek istiyorsunuz; işlemediğim bir cinayeti üzerime yıkacaksınız...
Cemal Bey: Ortada kazık gibi bir ölü var be adam! İşlemediği cinayetmiş! (Kendi kendine) Bir de işlese otuz tane ceset olacak demek!...
Deli Rüstem: Ortada kazık gibi bir ölü varsa gidip katilini bulun be beyim! Ben masumum!... Şarapçı İsa’yı çarmıha germekten gayri hiçbir şey yapmadım!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Bunun aklı da öyle küçük ki, elektron mikroskobunda bile görünmez eminim!
Deli Rüstem: Ben şimdi köye gidip çobanı öldürmediğimi haykıracağım her yerde; suçsuz olduğumu ilan edeceğim cümle âleme.
Cemal Bey: (Kendi kendine) İşte şimdi sonumuz geldi! (Bir süre sessizlik; Rüstem gidiyormuş gibi ileri birkaç adım atar, ardından hızla geriye döner.)
Deli Rüstem: Yahu siz de ne anlayışsız bir adammışsınız be Cemal bey! Teklif ettiğiniz para az; biraz artırmaya çalışıyorum, ama anlamamakta direniyorsunuz!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Vay hinoğluhin! Vay rüşvetolog vay! Meğer rüşveti az bulmuş da parayı artırmam için beni kızıştırıyormuş bu Hint hıyarı! Bunun neresi deli yahu!... Ama bazı delilerin aklı sulardaki gelgit gibidir; gelince dâhi gidince kaçık olurlar. (Cebinden bir tomar para çıkarır, saymaya başlar; ay tekrar buluta girer, etraf iyice kararır.)

SAHNE VII.
İki ay sonra. Mezarcılar köyü.

Cahit Bey: Gelirken gördüm; köprünüz bu kez oldukça sağlam yapılmışa benziyor!...
Muhtar: Evet, Cahit bey, ne de olsa demir köprü!... Üstelik yapılırken de bizzat başında durduk!...
Cahit Bey: Arabamızı da yıkamışsınız, pırıl pırıl yapmışsınız; zahmet etmişsiniz...
Muhtar: Emaneti temiz teslim etmek gerek, Cahit bey...
Cahit Bey: Çok teşekkür ederim... Aklıma gelmişken sorayım, sizin şu deli meselesi ne oldu? Hani o uğursuz gece bulunamamıştı ya....
Muhtar: Kaçıp gitmiş! Yakalayamadık maalesef; fakat nereye giderse gitsin, Allah onun cezasını verecektir!...
Cahit Bey: Tanrısal adalete ben de inanırım!... Euripides’in şu sözü aklımdan hiç çıkmaz: “Ağır ağır gelir Tanrı’nın adaleti, ama hiç şaşmadan gelir!” Artık gitmeliyim...
Muhtar: Cemal beye en derin hürmetlerimizi iletin!...
Cahit Bey: Elbette! Hoşça kalın!...
Muhtar: Yolunuz açık olsun. (Çıkarlar.)

SAHNE VIII.
Birinci sahnedeki çeşmenin önü.
Cahit bey, yıkanmış yüzünü kurulamaktadır.
Deli Rüstem girer; Cahit bey geriye doğru kaçar.

Cahit Bey: Aman, Tanrım! Siz...
Deli Rüstem: Ne o, hortlak görmüş gibi korktunuz birdenbire?
Cahit Bey: Size ne olmuş böyle, Tanrı Aşkına?
Deli Rüstem: Tek gözü kör ve yüzü derin yaralarla dolu çirkin suratlı bir adam hiç görmediniz mi?
Cahit Bey: Bu kadar feci bir şey hiç görmedim!...
Deli Rüstem: Köprü açıldığı günden beri buralarda gizlenmiş arabanızı gözlüyor, sizin gelmenizi bekliyordum!...
Cahit Bey: Ben, ben ne diyeceğimi bilemiyorum... Muhtar sizin buralardan kaçıp gittiğinizi söylemişti bana...
Deli Rüstem: Babamın köyünde saklanıyordum...
Cahit Bey: Fakat bu hale nasıl geldiniz?
Deli Rüstem: Uzun hikâye, ama zamanınızı alıp size mutlaka anlatmalıyım!...
Cahit Bey: Elbette, elbette, dinlemek için sabırsızlanıyorum ben de!...
Deli Rüstem: O halde gelin, mezarlığa gidelim.
Cahit Bey: Neden? Burada anlatsanız?
Deli Rüstem: Bir gören olabilir...
Cahit Bey: Pekâlâ, gidelim! (Kendi kendine) İçimden bir ses o gece korkunç şeylerin olduğunu söylüyor bana!... (Çıkarlar.)

SAHNE IX.
Bir ay sonra. Sade döşenmiş
bir yazıhane. Cemal bey,
pencereden dışarıyı seyretmektedir.

Cemal Bey: (Neşeli) Uygarlığın içinde yaşamak ne büyük bir mutluluk! Şu görüntü ne kadar da muhteşem! Evler, yabani otlar gibi bitmişler her yerden; arabalar, bataklık sinekleri gibi, vızır vızır. Seviyorum şehri; tapıyorum bu canlılığa... Alın size keyifli olmak için başka sebepler daha: Operalar, baleler... Bunların varlıkları başlı başına bir mutluluk sebebi değil midir?
Cahit Bey: Ya tiyatrolar?
Cemal Bey: Evet, onlar! Onlarsız bir yaşam ne kadar da renksizdir!...
Cahit Bey: Tiyatrosuz bir hayat ruhsuz bir beden gibidir; ruhu olmayanlar kemikli birer et yığını değiller midir?
Cemal Bey: Bu doğru düşünceye en derin saygılarımı sunarım!
Cahit Bey: Tiyatroyu çok sevdiğinizi bildiğimden iki yer ayırttım bu akşam için.
Cemal Bey: Sahi mi? Ah, ne ince bir düşünce; bravo size! Görüyorsunuz, sevgili sekreterim, benimle birlikte olmanız size yarıyor; ruhunuz her geçen gün inceliyor, yüceliyor. Gideceğimiz oyunun adı nedir?
Cahit Bey: Şimdi söyleyemem. Sürpriz!
Cemal Bey: Bir ipucu verin hiç olmazsa...
Cahit Bey: Oyuna fazla kalmadı, sabredin lütfen.
Cemal Bey: Ne yapalım, öyle olsun. (Düşünceli) Seçimlere de fazla zaman kalmadı; her saniye kafam seçimle dolu, tiyatro bana iyi gelecek; hapşırınca insan nasıl rahatlıyorsa, sanatsal faaliyetler de beni öyle rahatlatıyor işte...
Cahit Bey: Benim kafam da tıka basa dolu, ama seçimle değil!
Cemal Bey: Neyle doluymuş peki?
Cahit Bey: Karabasanlarla, karaltılarla...
Cemal Bey: Niçin? Korku filmi mi seyrettiniz yoksa?
Cahit Bey: Üç ay önce gittiğimiz o köyü hatırlıyor musunuz? Mezarcılar köyünü!...
Cemal Bey: Eh, şöyle böyle...
Cahit Bey: Ben halen o iki adamı düşünüyorum...
Cemal Bey: Hangi iki adamı?
Cahit Bey: Birinin ayakları çivili, morgun içinde...
Cemal Bey: Ha, şu adam!
Cahit Bey: Öteki de esrarengiz bir biçimde ortadan kayboldu...
Cemal Bey: Nereden aklınıza geldi şimdi bu? Boş verin şimdi onları!...
Cahit Bey: Rüyalarım hep o dehşetli mezarlık görüntüleriyle dolu... Ya siz, Cemal bey?
Cemal Bey: Ne olmuş bana?
Cahit Bey: Böyle kemirgen düşüncelerin aklınızı zorla işgal ettikleri zamanlar hiç olmuyor mu? Yatağınızda hep mışıl mışıl uyuyor musunuz?
Cemal Bey: Bu tür bunalımlı düşünceler zaman kaybından başka bir şey değildir.
Cahit Bey: Kafanız böyle şeylerden hiç etkilenmez mi?
Cemal Bey: İnsanın kafasında sadece insana yararlı olan şeyler bulunmalı; geçmiş zaman çoğu kez yararsızdır!...
Cahit Bey: Neden?
Cemal Bey: Çünkü geçmiş ölüdür, bizim işimizse sağlarla; sadece bugün ve yarın sağdır.
Cahit Bey: “Dün”e yer yok mu hayatınızda?
Cemal Bey: “Dün,” benim için çok uzaklarda kaldı!...
Cahit Bey: Fakat “Dün” her zaman önemlidir!
Cemal Bey: "Dün" bir dondurmadır, eriyip gitmiştir!... Ayrıldığım limanlara, konakladığım hanlara dönüp bakmak hiçbir zaman âdetim olmamıştır... Akıllı insan, geçmişle göbek bağını kesip atmış olan insandır!... Size daha önce de söylemiştim, sizin en büyük kusurunuz duygusal olmak, azizim!
Cahit Bey: O halde sizin ki de duygusuz olmak, mirim!
Cemal Bey: Teşekkür ederim; bu benim için büyük bir iltifat, sevgili sekreterim.
Cahit Bey: Bir kaya gibi duygusuz olmakla suçlanmanın neresi iltifat, Cemal bey?
Cemal Bey: İnsanın başına ne gelirse duygusal olmaktan gelir. Bir “Kaya” neden yüzyıllar boyunca her şeye meydan okuyabilir?
Cahit Bey: Nereden bileyim? Hiç kaya olmadım ben!...
Cemal Bey: “Kaya” güçlüdür, çünkü “Kaya” duygusuzdur. Duygu insanı yıpratır, zayıflatır, onu kadınlaştırır...
Cahit Bey: Belki bu söylediğiniz doğru, fakat duygusuzluk da insanı insan olmaktan uzaklaştırır, onu hayvana yaklaştırır...
Cemal Bey: Bu hiç de önemli değil! Hem Evrim Kanunu’nu unutmayın: Biz zaten hayvandan dönmeyiz!...
Cahit Bey: Hepimiz değil, bazılarımız!...
Cemal Bey: Hayatta esas olan her zaman ayakta dimdik durabilmektir; insanı ayakta tutan en sağlam destek de hissiz olmaktır... His dediğin bir soytarıdır; kontrol, her zaman kralın, yani mantığın elinde olmalıdır!...
Cahit Bey: Hissiz olmak? Kalpsiz olmak? Geriye insandan bir şey kalıyor mu ki, Cemal bey?
Cemal Bey: Kuzum, en iyisi bırakalım bu can sıkıcı konuları bir kenara! Siz bana bu akşamki oyundan söz edin, böyle gereksiz konuları da boş verin rica ederim...
Cahit Bey: Ama...
Cemal Bey: Aması maması yok! Gemi çoktan batmış, geçmişin tabanına çökmüş; bırakın çürüsün, yosunlanıp kalsın orada!... Gideceğimiz oyunun adı nedir, söyleyin lütfen, ısrar ediyorum...
Cahit Bey: Oyunun adı “Yatsı Zamanı!”
Cemal Bey: İlginç bir başlık!... Nerede geçiyor bu oyun, kimler oynuyor? Kim yazmış? Üstat Moliére mi, yoksa Manzoni mi? Belki de Alfred de Musset’dir! Trajedi midir, komedi midir?
Cahit Bey: Trajedi!.. Ama daha fazla bilgi veremem!...
Cemal Bey: Eh, ne yapalım, sabrımızı devreye sokup gidip hazırlanalım o halde.
Cahit Bey: Ben hazırım!
Cemal Bey: Bu akşam ihtişamlı görünmek istiyorum; müteahhitlerin hediye ettiği o kırmızı ipek ceketimi giyeceğim... Umarım oyunda boğa falan yoktur! (Kahkahayla güler.) Bu müteahhitlere bayılıyorum doğrusu; çok tatlı adamlar; seçim için beş kuruş bile harcamıyorum onların cömertliği sayesinde. Tanrı müteahhitleri korusun!... (Bir süre bekler.) Bir “Amin”i hak etmedi mi bu minik duam?
Cahit Bey: (Zoraki) Amin!
Cemal Bey: İçerden çantamı alayım; saçımı tarayayım, ayakkabılarımı fırçalayayım... Birazdan gideriz! (Çıkar. İçerden Cemal beyin söylediği şarkı işitilir: “Pek çok kadınla tanıştım, ama tiyatrodan başkasına gönlümü kaptırmadım... trajedileri özellikle çok severim, en acıklı sahneleri bile zevkle seyrederim...” Cemal bey içeri girer.) Losyonunuzu ödünç alabilir miyim, Cahit bey?
Cahit Bey: Elbette. Masamın çekmecesinde duruyor.
Cemal Bey: Üzerime ter kokusu sinmiş de! Kokmuş balık gibi ortalıkta dolaşmak istemem... Hepsini üzerime boşaltacağım, yenisini alırım size... (Cemal bey tekrar çıkar.)
Cahit Bey: Makyavelistler! Hayat felsefeniz kokmuş sizin; hiçbir losyon o berbat kokuyu örtbas edemez ki!... Gerçeğin saati geldi çattı artık! (Lambayı söndürür;Cemal bey içeri girer.)
Cemal Bey: Ne oluyor? Lamba mı söndü?
Cahit Bey: Evet, Cemal bey; oyun başlarken lambalar hep söner!...
Cemal Bey: Kuzum, şaka yapmanın zamanı değil şimdi, geç kalacağız tiyatroya!... (Cahit bey dış kapıyı açar ve az sonra elinde bir mumla deli Rüstem girer.) Ne oluyoruz yahu? Doğum günü partisi falan mı? Benim doğum günüm iki ay sonra!...
Cahit Bey: Bu yüzü hatırlayabildiniz mi, Cemal bey? Gerçi siz işi bitmiş yüzlere ikinci kez bakmazsınız ama!...
Cemal Bey: İçerisi çok loş! Tanıyamıyorum! Hem, kuzum, söyleyin nedir bu maskaralık, Tanrı aşkına?
Cahit Bey: Tanrı’nın adını o kirli ağzına alma, lânet olası iğrenç herif! (Cemal beyi kolundan tutup zorla Rüstem’e yaklaştırır.) Tanıdın mı bu yüzü? İyice bak yakından! (Cemal bey başını başka tarafa çevirir.) Bak diyorum sana! (Zorla baktırır.)
Cemal Bey: Rü, Rü, Rüstem... Bu, bu, burada ne işiniz var sizin?
Deli Rüstem: “Yatsı Zamanı” oyununda başrol oynamak için geldim!...
Cemal Bey: Yüzünüz! Tanrım, yüzünüz çok korkunç!...
Cahit Bey: (Cemal beye bir tokat atar.) Tanrı’nın adını o günahkâr ağzına alma demedim mi ben, iblis! Sanki üzerinde çift sürülmüş gibi duran şu korkunç yüz senin eserin!...
Cemal Bey: Yalan!
Cahit Bey: Bu deli kaçıp gitsin diye rüşvet verdin ona; ama sonra miktarı fazla buldun, pişman oldun ve bu garibanı o kör kuyuya itiverdin!...
Cemal Bey: İftira!...
Cahit Bey: Aşağıya düşerken bu zavallı adam, kuyunun sivri taşları yüzünden iri parçalar koparttı!... Onu bir hayvan gibi aşağıya ittin!...
Cemal Bey: Bunların hepsi iftira! Bir delinin gülünç iftiraları... O masum çobana da iftira etmemiş miydi bu zırdeli? Hatırlasana?
Cahit Bey: Yıllardır o mezarlıkta başına hiçbir şey gelmeden yaşayan biri, yerini ezbere bildiği o kuyuya kendi kendine mi düştü yani?
Cemal Bey: Deliler hep sakardırlar!...
Cahit Bey: Saçmalıyorsun! O mezarlıktaki her yeri karış karış, santim santim biliyor bu adam! Onu oraya alçakça sen ittin ve sonra da gelip bana “Zırıl zırıl öten kurbağalardan başka hiç kimse yok bu mezarlıkta,” dedin!... (Mumu söndürür; zifirî bir karanlık olur.)
Cemal Bey: Hey, ne oluyor? Ne yapacaksınız bana?
Cahit Bey: Yalancının mumu söndü; ortalık karanlığa büründü!... Yatsı zamanı, bir yalancının mumu işte ancak bu kadar aydınlatır etrafı; bir yalancıya ait olan her şey sahtedir; onun söylediklerine inanmak enayiliktir!... (Lambayı yakar.) Senin gibi bir alçağı mahkemeye vermeliydik...
Cemal Bey: Ama veremediniz, değil mi? Elinizde kanıt yok çünkü; tek bir kanıt bile yok!...
Cahit Bey: Doğru!
Cemal Bey: (Kahkahayla güler.) Bir delinin tanıklığını da hiç kimse ciddiye almaz, hele adam öldürmüş bir delininkini asla!...
Cahit Bey: Doğru! Fakat biz başka bir şey yaptık: Köylülere Rüstem'in başına gelenleri anlattık ve onları inandırdık; bu haber fısıltı gazetesiyle yayılıyor; artık seçimleri kazanmanın imkânı yok; bizzat ben senin aşağılık karakterini bütün köylülere anlattım; Sabahattin beyin seçilmesi kesinleşti!... Aylardır yaptığın bütün çalışmalar dalganın yıktığı kumdan kale gibi yerle bir oldu!...
Cemal Bey: Nankör! Ekmek paranı benden kazanıyordun, vefasız herif! Bunu bana nasıl yaptın, hain?
Cahit Bey: Bilge bir kişi şöyle demiş: Bir insanın karısına ve hatta babasına dahi güvenmesi aptalca bir hatadır!...
Cemal Bey: Bu seçimleri mutlaka kazanmalıyım! Beş yıl daha bekleyemem, mümkün değil, ölürüm!...
Cahit Bey: Topluma yapacağın en hayırlı iş de bu olur: Ölmek! Senin gibi akrepler, engerek yılanları olmaz olsun bu dünyada!...
Cemal Bey: Aptallar! Beyinsizler!... Akreplerin, engerek yılanlarının, kobraların, sırtlanların, çakalların, zehirli örümceklerin, köpek balıklarının, timsahların ve leş akbabalarının o güçlü karakterlerini, o kurnazlıklarını, o duygusuzluklarını, o kıvrak zekâlarını sizin gibiler asla anlayamazlar!... Bir ceylanı tuzağa düşüren bir timsah sizin gözünüzde kalleştir, oysa benim gözümde o bir dâhidir!... Dünyayı iyiler ve kötüler diye ikiye ayırmışsınız siz; halbuki bu dünyada yalnızca koyunlar ve kurtlar, zayıflar ve güçlüler vardır! Güçlü, yaptığı her işte haklıdır! Sizler bu dünyayı kadınlaştırıyorsunuz! Bırakın güçlüler zayıfları ezsin, onları çiğ çiğ yesin! Zayıflar, kıt akıllılar, saf insanlar tasfiye edildikçe bu dünya daha soylu, daha seçkin, daha yücelmiş bir dünya olacaktır!...
Cahit Bey: Tam tersine, daha soysuz, daha alçalmış, daha hayvanlaşmış bir dünya olacaktır! Daha insansı bir dünya için, insan doğasındaki hayvanî yanların pirinçten taş ayıklar gibi ayıklanması gerekir!... Bu da, sizin gibilerin sonu demektir!...
Cemal Bey: Bu tarihin de sonu olur!...
Cahit Bey: Evet; ama insanlık tarihinin değil, hayvanlık tarihinin sonu olur, Sinyor Makyavelli!...

PERDE


__________________
TUALİM.NET
Renklerin Dansı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla