Tualim.net  

Go Back   Tualim.net > Kültür&Sanat&Edebiyat > Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler)

Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) Tiyatro çeşitleri,tiyatro tarihi,tiyatroların tanıtımı,tiyatro metinleri,tiyatrocuların hayatı eserleri,Tiyatro ile ilgili kitaplar,tiyatro oyunları

Bir Makyavelli Hayranı Tiyatro Metni - Tek Perdeli Komedi

Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) kategorisinde açılmış olan Bir Makyavelli Hayranı Tiyatro Metni - Tek Perdeli Komedi konusu , ...



Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Bir Makyavelli Hayranı Tiyatro Metni - Tek Perdeli Komedi
Konudaki Cevap Sayısı
3
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
4110

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 30.10.10, 00:18   #1
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
Renklerin Dansı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetRenklerin Dansı
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: May 2009
Üye No: 27
Mesajlar: 3.656
Konular: 2075
Standart Sahne ıv.

SAHNE IV.
Köyde bir meydan. Alacakaranlık
vakti. Cemal bey ve Cahit bey
tarladan dönen muhtarla buluşurlar.
Cemal Bey: Sevgili dostum, sizi tekrar görmek büyük bir mutluluk! Köyünüzden zoraki ayrılmıştım zaten. Fakat işte yine buradayım, dostlar arasındayım...
Muhtar: Hoş geldiniz, Cemal bey!
Cemal Bey: Bu şirin köyde bir ömür geçirsem yine de doyamam şu eşsiz güzelliklere ve sizin gibi içi dışı hoş insanlara. Sizler Tanrının şanslı kullarısınız, çünkü insanı zevke boğan şu rüyamsı köyün ebedî sahiplerisiniz; oysa bizler sadece geçici misafirleriz burada...
Muhtar: Yeniden görüşmemiz kaderin hoş bir sürprizi oldu, Cemal bey.
Cahit Bey: (Kendi kendine) Bu kaderin projelerini de müteahhitler çizdi, muhtar bey! Bu üstenciler şeytana bile kötü örnek oluyorlar... Tanrı şeytanı kötü müteahhitlerden korusun!...
Cemal Bey: Çeşmenin önünde bir çobanla konuştuktan sonra, bir avcı gelip uyardı bizleri, köprünün çöktüğünü söyledi...
Muhtar: Biz de tarladayken duyduk bu vahim göçük haberini...
Cemal Bey: Hem de pek vahim!
Muhtar: Göçeceği varmış işte! Olacağa kim engel olabilir ki? Olacak her kötülüğe engel olunabilseydi, dünyada hiç kötü şeyler olmazdı zaten, değil mi? Demek avcıyla da tanıştınız! Onunla ilgili çok şey bilmediğinizi sanıyorum....
Cemal Bey: Evet. Fakat daha fazla bilgi edinmeyi isterim; ilginç birisi gibi geldi bana...
Muhtar: Öyle; çok ilginçtir!... (Anlamlı bir şekilde güler.)
Cemal Bey: Herhalde birazdan katılır aramıza. Yaban domuzu avı uzun sürmese gerek...
Muhtar: Bu civarda yaban domuzu yoktur ki!...
Cemal Bey: Yaban kazı da olabilir... Belki de yaban ördeği, ya da yaban keçisi dedi; bir yaban lafı duydum kesin, ama gerisini iyi anlamamış olabilirim...
Muhtar: Neyse, bu konuya tekrar geliriz. Köyümüz için çok mühim bir zamanda geldiniz, Cemal bey.
Cemal Bey: (Kendi kendine; gururla) Zaten ben de çok mühim zamanların adamıyım! Bakalım neymiş bu çok önemli şey.
Muhtar: Ay gökte iyice yükselince, morgumuzun açılışını yapacağız sade bir törenle!... Bilirsiniz, köyde hayat sıkıcıdır; biz de en küçük fırsatları bile değerlendirip, insanlarımız biraz olsun değişik bir şeyler yapsın, can sıkıntısından kurtulsun diye uğraşıyoruz işte!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Hay lânet! Bumuymuş mühim dediği şey! Aptalca bir açılış, ha?
Muhtar: Kurdeleyi siz, kurbanlık koyunu da ben keserim...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Yine mi bir açılış için kurban kesme ilkelliği? Şişme bebekler gibi şişme koyunlar yapsalar da bu işler de kansız olsa...
Muhtar: Açılışı yaptıktan sonra da morgun içine girip deneriz, rahat mı değil mi diye! (Güler.)
Cemal Bey: (Kendi kendine) Morgun içine girip denemek mi? Tanrı beni korusun! Bir bu eksikti! İnsan yeni bir at alır, üstüne binip dener; yeni bir kadınla tanışır, dans edip sağını solunu eller, dişlerini inceler, dudaklarını dener; ama bir morg alıp da içine girip denemek!... Normal değil bu!.. Muhtarın suratında da bir satanistlik var zaten...
Muhtar: Şimdi gidip yemek yiyelim, Cemal bey. Ay ışığı köyümüzü fener gibi aydınlattığında törenimize başlarız.... (Çıkarlar.)

SAHNE V.
Önce ahır sonra da okul olarak kullanılmış
olan tahta barakanın hemen önü. Köylüler
merakla beklemektedirler. Ay ışığı, etrafı
lamba gibi aydınlatmaktadır. Barakanın
içinden dışarı yansıyan ışık da morgun üzerine
vurmuştur. Morg, çiçeklerle süslenmiştir.
Muhtar: Koyunu getirin hemen!
Osman: Şey... koyunu değil ama ipini getirebiliriz!... (Herkes güler.)
Hatice Hanım: Anlaşılan çocuklar koyunu ellerinden kaçırmışlar!...
Muhtar: Şanslı koyunmuş! Kaçan koyunun boynunu vurmak iyi değildir derdi rahmetli babam.
Cemal Bey: Kan akıtmasak da olur, sevgili muhtar. Okulunuz açılacağı gün bir deve kesersiniz, telafi edersiniz!...
Muhtar: Öyle olsun. Buyurun makası, muhterem Cemal bey. (Kurdele kesilir.) Buyurun, kapısını da siz açın!...
Cemal Bey: Teşekkür ederim. Hayatımda ilk kez çiçekli bir morg açıyorum; tarif edilemez duygular içindeyim...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Tarif etmek gerekirse, sinirden kudurmak üzere!
Cemal Bey: (Köylülere) Morgunuzun köyünüze hayırlı olmasını dileyerek kapısını açıyorum. (Kapı açılınca çığlık atar; herkes irkilir.) Aman Tanrım! Bu morgun içi boş değil.
Muhtar: Telâşlanmayın, Cemal bey. Bir kasaptan almıştık ya bu dolabı, herhalde içinde et unutmuşlar.
Cemal Bey: Et mi? Evet, evet, bir et var burada, hem de kanlı bir et! Ama hayvan eti değil bu!
Osman: Balık eti mi yoksa?
Cemal Bey: (Kendi kendine) Balığı hayvandan saymıyor galiba bu salak! (Osman’a) Hayvan eti değil dedim!... Burada... burada bir ceset var! Kılçıklı değil, kemikli bir ceset! Bir ölü! Bir insan ölüsü! Bir insan cesedi!
Osman: Ölü bir ceset mi?
Cemal Bey: Ceset sağ olmaz zaten! Bütün cesetler ölüdür!...
Hatice Hanım: Açılın kenara, açılın! Hemen dışarı çıkaralım; belki yaşıyordur.
Cahit Bey: Yaşıyorsa mucize!..
Cemal Bey: (Kendi kendine) Dipfrizdeki dondurma gibi kaskatı olmuş. Ruhu bile göğe yükselemeden donmuştur eminim!
Cahit Bey: Fakat bu çobanın ta kendisi!
Cemal Bey: (Kendi kendine) Ta kendisi değil, ta ölüsü! Sarısı gitmiş akı kalmış bir yumurta gibi!
Muhtar: Allah rahmet eylesin, hepimizin başı sağ olsun!...
Osman: Bu dünyada rahat edememişti garibancık; inşallah ötekinde huzur bulur!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Şansızlık denilen sülük yakamı bırakmıyor bir türlü!... Bazı insanlar öyle aptaldırlar ki, ne zaman ölünmesi gerektiğini dahi bilmezler. Seçimden önce bütün ölümler bir kanunla yasaklanmalı bence! Kutsal kitaplara da seçimden önce ölenlerin cehenneme gideceği yazılmalı... Hem de cehennemim ta dibine... Taze bir oy, bayat bir ölü şimdi!...
Muhtar: Bu olay bir delinin işi!
Cemal Bey: Yani kendi işi! Demek çoban intihar etmiş...
Muhtar: Ne intiharı, Cemal bey; düpedüz cinayet!...
Cahit Bey: Cinayet mi?
Muhtar: Zırdeli Rüstem’in işidir bu! O psikopatın, o habis ruhlu murdar herifin kurbanı oldu bu zavallıcık...
Cemal Bey: Durun, lütfen! Kafam öylesine karıştı ki! Sanki içine hırsız girmiş de ortalığı darmadağın etmiş gibi! Çobanın deli olduğunu bugün öğrenmiştik. Fakat avcı Rüstem de mi bir delidir diyorsunuz?
Muhtar: Demek Rüstem sizi de kandırmış. Bu civarların tek delisi odur; delidir ama zekidir de köpoğlu!... Çobana alçakça iftira etmiş besbelli. Bizim şu zavallı çoban kadar uysal, aklı başında bir insan azdır dünyada. (Öğretmen cesedi inceler.)
Hatice Hanım: Sırtından ve çok yakından vurulmuş...
Muhtar: Aşağılık herif!
Hatice Hanım: Bununla da bitmemiş... avuç içlerine ve ayaklarına da kocaman paslı çiviler çakılmış!
Muhtar: Hayvan herif!... Bu işi Rüstem’in yaptığı artık kesinleşti; son aylarda “Çarmıha germek” lâfı ağzından düşmüyordu kahrolasıcanın; hatta köyde çocuklar onu “Çarmık Rüstem” diye çağırmaya başlamışlardı...
Hatice Hanım: Bu zırdeli, bizim çobanı İsa gibi çarmıha germiş!...
Cahit Bey: İnsan insanı öldürürse, artık bir insan değil bir hayvandır o öldüren!
Cemal Bey: Gerçeği söylemek gerekirse, insan kime inanacağını şaşırıyor bugünlerde. Dünya adi yalancılarla dolu; hiç utanma yok bu insan müsveddelerinde. Dürüst bir surat, sahtekâr bir ruh taşıyabiliyor; maskesiz yüzlerin nesli tükeniyor...
Cahit Bey: Bir akrabası falan yok mu bu bahtsız genç çobanın?
Muhtar: Yok, Cahit bey; hiç kimsesi yok! Daha üç yaşındayken öksüz kalmıştı. İmece usulüyle büyüttük onu. Köye geldiği zaman her gece ayrı bir evde misafir ederdik.
Hatice Hanım: Hepimizin evlâdı gibiydi; uzaktan kavalının sesini duyunca içimizde bir sevinç tufanı kopardı...
Cemal Bey: Kavalını gerçekten de pek ustaca çalıyordu. Peki ya bu deli Rüstem’in kimsesi yok mu?
Muhtar: Sürüyle var!
Osman: Köpekte bit, ahırda saman, bu deli divanede de akrabadan bol şey yok!...
Muhtar: Deli Rüstem, bir saat ötedeki Kefenler köyü muhtarının oğludur.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Kefenler köyü mü? Bu köylerin bulunduğu vadinin ismi de Cenaze Vadisi değilse namerdim! Öteki dünyayla ilgili her türlü berbat ad burada toplanmış sanki. Edgar Allan Poe ya da Alfred Hitchcock bu köye gelselerdi, dehşetli isimler konusunda bir hazine bulmuş gibi sevinirlerdi... Romantizm denilen şeyden hiç haberleri yok ki bu zebanilerin! Köy iğrenç bile olsa, insan en azından moral bulmak için, “Ay Işığı” köyü der, “Sevimli Martı” köyü der, “Beyaz Zambak” köyü der... Bunlarda estetik ne gezer! Evrimlerini henüz tamamlamamış bunlar! Bu kaba saba, azgelişmiş yaratıklarda; bu Homo Habilislerde; bu sanatsız, felsefesiz yaşayan tamtakır kuru bakır kafalarda yüksek düşünceler aramak boşuna... Bu çamurlu kurbağalarla ancak oy için temasa geçeceksin, işin bitince de teması kökten keseceksin... Eyerde asılı duran bir üzengiden başka bir şey değil bunlar; ayağını basıp çıkacaksın çıkmak istediğin yere. (Muhtara döner.) Peki, deli Rüstem niye Kefenler köyünde değil de bu köyde oturuyor ki?
Muhtar: Köyümüze ara sıra uğrar, ama burada kalmaz. Öteki köyde, babasının yanında da kalmaz. Deli Rüstem, bizim köyün mezarlığını kendisine mesken tuttu. Geceleri orada yatar; o, cinlerin ve şeytanın dostudur sadece, onların hizmetindedir her gece...
Cemal Bey: Rüstem’i yakalamaları için jandarmalara haber göndermeliyiz hemen!
Muhtar: Hayır, Cemal bey. Devleti karıştırmadan, kendi törelerimize göre bu işi çözeriz biz. Bizimkiler yakalarlar onu. Hele bir gece yarısı olsun, meşaleler yaktırıp on adamımı mezarlığa göndereceğim. O melunun boynuna ip taktırıp buraya getirteceğim. Kefenler köyüne de haber salacağım; köyün ileri gelenleri gelsin buraya. Bu gece uzun bir gece olacak; adalet yerine gelmeden uyku yok bize!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Neyse, nihayet sevindirici bir haber aldım. Yeni seçmenler ayağıma geliyorlar! Ağı ne kadar geniş bir alana fırlatırsam, o kadar çok balığım olur. Her şeyin fazlası zararlıdır derler, paranın bile! Fakat “Oylar” bu kurala uymaz; her yeni oydan alınan zevk de şu koca evren gibidir, sonu olmaz...
Muhtar: Köy meydanında bir mahkeme kuracağız ve o deliyi yargılayacağız... Sizin burada olmanız da bizim için büyük bir şans, Cemal bey.
Cemal Bey: Hangi bakımdan?
Muhtar: Yönetme bakımından! Mahkemeye siz başkanlık edersiniz. Sizin hakimliğinize kimse itiraz edemez.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Ömrümde böyle abuk sabuk şey duymadım!... Daha milletvekili olamadan bu sümsük beni hâkim yapacak! (Muhtara) Fakat sevgili dostum, yargılamak devletin işi, bizim işimiz değil. Kasap sünnetçilik yaparsa, sünnetçi berber olursa, berber terzilik yaparsa ne olur o zaman halimiz? Herkes kendi görev çemberi içinde kalmalı; olimpiyat amblemi gibi çemberler iç içe geçmemeli...
Muhtar: Devlet buralara epeyce bir süre gelemez; köprü çökmüş... Hem gelseler bile, görgü tanığı falan yok diye deliyi yine salarlar ortalığa; ya da tımarhaneye gönderirler ki, kurnaz Rüstem oradan iki günde kaçar! Bizim kuracağımız mahkemede, sizin hâkimliğinizle gerçek adalet tecelli edecektir, Cemal bey.
Cemal Bey: Öyle diyorsunuz ama, sevgili muhtar, hayatım boyunca bir mahkemede bulunmuşluğum yoktur benim. Bir hâkim nasıl davranır hiç bilmem...
Muhtar: O halde adalet nasıl dağıtılır çok daha iyi bilirsiniz! Mahkeme tecrübenizin olmayışı, adalet arayan bizler için bir başka büyük şans değil midir?
Cemal Bey: Demek şehirdeki mahkemelerle ilgili kötü şeyler duydunuz!
Muhtar: Bazen suçlular serbest kalıyor, masumlar da içeri atılıyorlarmış. (Yavaş sesle) Çobanın kanını yerde bırakırsam, kimse yüzüme bakmaz artık. Siz şehirlilerin deyimiyle, "Karizmam çizilir!"
Cemal Bey: Ne desem bilmem ki...
Muhtar: “Evet” diyin!
Cemal Bey: Oldukça riskli bir iş bu! Devletle başım belaya girsin istemem...
Muhtar: Biz sizi dost biliyoruz, Cemal bey; hem iyi hem de kötü gün dostumuz olarak telâkki ediyoruz sizi! Dostlar işte böyle belâlı anlarda yardıma koşarlar. Bu olayda tarafsız olabilecek tek kişi sizsiniz.
Cemal Bey: Madem ısrar ediyorsunuz...
Muhtar: Hem de pek çok!
Cemal Bey: O halde ben de cüppeyi giyerim; kıramam sizi.
Muhtar: Minnettar kalırız...
Cemal Bey: Umarım bu haber köy sınırları içinde kalır! Anlıyorsunuz ya, itibarım zedelensin ve devletle başım derde girsin hiç istemem!
Muhtar: Merak etmeyin, bizimkilerin ağzı şarap tıpası gibi pek sıkıdır!
Cemal Bey: Sır saklamak soylu insanlara özgüdür! Sizin sır saklayacağınızdan eminim...
Muhtar: İnanın köy halkı bu yardımınızı sonsuza dek hatırlayacaktır!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) O kadar uzağa gitmenize gerek yok canım; seçime kadar hatırlasanız yeter!...
Muhtar: Sizi temin ederim, Cemal bey, devletin bu işten haberi olmayacaktır. Kefenler köyünün muhtarı da, oğlu suçlu bulunsa bile devlete bizi ispiyonlamaz; çünkü o da sorunlarımızı kendi içimizde çözme geleneğine sıkı sıkıya bağlıdır.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Gelenek, görenek! Bunların hepsini tümden kaldırmak gerek!... Bu iş bariz bir şekilde yasadışı, fakat köylülerin ketumluğuna da güvenmek gerek. Açıkçası işin bu yanını fazla da önemsemiyorum. Asıl büyük sorun başka! Deli Rüstem’i suçsuz bulursam, Mezarcılar köyünden tek bir oy bile çıkmaz bana. Fakat öte yandan, bu zırdeliyi suçlu bulursam, bu kez de Kefenler köyünün bütün oylarını kaybederim. Korkunç bir dilemmayla karşı karşıyayım. Her iki durumda da bir “Oy kaybı felâketi” yaşanacak! Derhal üstün zekâmı çalıştırmalıyım! Molière’in Harpagon’u para konusunda ne kadar pintiyse, ben de oy konusunda o kadar cimriyim! (Muhtara) İzin verirseniz ben ve sekreterim biraz uyuyup dinlenmek istiyoruz. Malûm, bu gece uzun bir gece olacak... Gece yarısı uyandırırsınız bizi.
Muhtar: Elbette, Cemal bey. Kahveci Osman’ın evi geniştir. Sizi orada güzelce ağırlarız. Uyuyun, dinlenin. Gece yarısına daha dört saatimiz var. (Osman’a) Osman!
Osman: Buyur, muhtar emmi!
Muhtar: Konuklarımızı hemen evine götür, onlara en rahat döşekleri, en yumuşak yastıkları ver ve sonra da imamı alıp çabucak buraya gel. (Çıkarlar.)
Renklerin Dansı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 30.10.10, 00:19   #2
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
Renklerin Dansı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetRenklerin Dansı
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: May 2009
Üye No: 27
Mesajlar: 3.656
Konular: 2075
Standart Sahne vı.

SAHNE VI.
Bir mezarlık. Cemal bey ve
Cahit bey yan yatmış bir mezar
taşının yanına gelirler.

Cahit Bey: Şurada biraz dinlenelim, Cemal bey; çok yoruldum ben! Bataklığın sivrisinekleri de canıma okudu!... (Cemal bey mezar taşının üzerine oturur ve yere tükürür; Cahit bey de yere çömelir.)
Cemal Bey: Şu kapkara bulutlar da deliden yana âdeta; tiyatro perdesi gibi birdenbire ortaya çıkıp dolunayın oyununu bitiriverdiler; loşluğu karanlığa boğdular!... Cahit bey, rica ederim elinizi sallamayın, sinirimi bozuyorsunuz!
Cahit Bey: Ne yapayım, sıcaktan terliyorum...
Cemal Bey: Korkudan terliyorsunuz siz! Korku, kör bir giyotindir; hiçbir sorunun başını kesemez! İçinizdeki korkuyu atın üzerinizden, göreceksiniz o zaman zihniniz bir tüy gibi hafifleyecek...
Cahit Bey: Ah bir atabilsem! Ama elimde değil, korkuyorum; genetik şifrem böyle kodlanmış!... Ya kahveci Osman evde olmadığımızın farkına varırsa? Ya köyden çıkarken birisi bizi gördüyse ve takip ettiyse? Hem burada, gecenin bu ürkünç saatinde işimiz nedir, Cemal bey?
Cemal Bey: Gecenin bu saati bu sözünü duyarsa sana gücenir!
Cahit Bey: Nedenmiş o?
Cemal Bey: Gecenin bütün saatleri güzel ve zariftir de ondan... Burada bulunuş amacımız deli Rüstem’i bulmak ve ona kaçmasını söylemek; çünkü bu geri zekâlı, oy tarlamız için bir mayıs böceği gibi zararlı... Gece yarısından önce onu mutlaka bulup uyarmalıyız ve hiç vakit kaybetmeden odamıza geri dönmeliyiz...
Cahit Bey: Dönebilirsek eğer!...
Cemal Bey: Ne demek o?
Cahit Bey: Buradan sağ çıkamayacağız gibi bir his var içimde.
Cemal Bey: Saçma! Batıl hisler bunlar, batıl!..
Cahit Bey: Şu acı acı öten garip kuşlar ve çenebaz kurbağalar sinirlerimi bozuyor. Üstelik bir tarafta tehlikeli bir deli, öteki tarafta da ölülerin ruhları!...
Cemal Bey: Ne olmuş ölülerin ruhlarına?
Cahit Bey: Büyükannem anlatırdı hep: Geceleri bütün kötü ruhlar mezarlıklarda toplanırlar ve buradan geçenler olursa onlara türlü türlü çılgınlıklar, kötülükler yaparlarmış...
Cemal Bey: Masal, bunlar, masal; çocuk masalları... Büyüyün artık lütfen!... (Tekrar ay ışığı çıkar.) Haydi, bu kadar dinlenme yeter; biraz daha oturursak üzerimize rehavet çökecek, sonra bir bakacağız ki horozlar çatlak sesleriyle sabahı müjdeliyorlar! Şu baykuşun öttüğü yere doğru gidelim.
Cahit Bey: Aman dikkat edin! (Cemal beyi kolundan yakalar.) Tutmasaydım kim bilir nerelere gidecektiniz!...
Cemal Bey: Az daha içine düşüyordum! Nedir bu?
Cahit Bey: Yuvarlak bir çukur galiba.
Cemal Bey: Yoksa bu mezarlıkta ölüleri dikine mi gömüyorlar, ha? Belki dikine gömünce daha sağlıklı oluyor; ruh, uzaya gönderilen bir füze gibi yukarı daha rahat fırlayabiliyor. Bir çeşit “Ruh rampası” herhalde! (Güler.)
Cahit Bey: Bu eski bir kuyuya benziyor...
Cemal Bey: Şuradan bir taş at bakalım içine, derinliği ne kadarmış. İçine düşseydim ne kadar süre havada sağ kalacaktım, merak ettim. (Cahit bey kuyuya bir taş atar; iki saniye sonra ses gelir.)
Cahit Bey: Ürkütücü bir derinlik! Demek sizi tutamasaydım, arzın merkezine doğru Azrail’in verdiği vizeyle seyahat edecektiniz... Tüylerim diken diken oldu.
Cemal Bey: Sahi ya, kaktüse benzemişsiniz, ya da kolları aküpunktürlü birine!...
Cahit Bey: Düşünün bir kez, bizi yaşatan hep tesadüfler değil mi? Ya kolunuzdan tutamasaydım? Ya yürürken o sırada ben de sizin gibi uluyan kurt misali gözlerimi dolunaya dikmiş olsaydım? Tesadüf, tesadüf! Hayatımız öylesine hassas, öylesine çıtkırıldım dengeler üzerine kurulu ki!...
Cemal Bey: Immanuel Kant bey, felsefeyi bırakın şimdi!
Cahit Bey: Cambaz gibi bir ipte yürümeye çalışıyoruz; kıldan ince bir ipte... Bir hata, bir dalgınlık... yaşamak zor! Ah! gerçekten çok zor!... Ölümün kokuşmuş nefesi her an ensemizde!...
Cemal Bey: Cahit bey, anlaşılan siz bu mezarlıkta korkudan ölüp gideceksiniz ve ben de sekretersiz kalacağım!... En iyisi mezarlığın giriş kapısına gidip bekleyin beni orada...
Cahit Bey: Mükemmel bir fikir! Hemen gidiyorum... fazla geç kalmayın lütfen... (Koşarak çıkar.)
Cemal Bey: Ah, şu korkaklar!... İlerde bir karaltı görüyorum sanki. (Kurbağaların bağırtıları arasında güçlükle bir kaval sesi duyulur; Cemal bey kulak kabartır.) Çarmık Rüstem bu! Elindeki de çobanın kavalı olmalı. (Yavaş sesle) Rüstem bey! Benim, ben! Cemal bey... Korkmayın, yanınıza geliyorum... (Kendi kendine) Vahşi bir ayının kafesine girerken, ayıya korkmayınız demek gibi bir şey oldu bu da!...
Deli Rüstem: Bu saatte hangi rüzgâr attı sizi buraya?
Cemal Bey: Cinayet rüzgârı! (Kendi kendine) Daha doğrusu seçim rüzgârı!...
Deli Rüstem: Hiç öyle bir rüzgâr ismi duymadım ben!
Cemal Bey: Onlar bulmadan önce size ulaşmış olmak ne güzel!
Deli Rüstem: Onlar kimdir, beyim?
Cemal Bey: Rüstem bey, hayatınız tehlikede; Hamlet’in dediği gibi, olmak ya da olmamak durumuyla karşı karşıyasınız. Bir saate kalmaz köylüler burada olurlar...
Deli Rüstem: Niye? Cenaze mi var?
Cemal Bey: Evet, var ya!
Deli Rüstem: Kimin cenazesiymiş?
Cemal Bey: Buradan derhal kaçmazsanız sizin cenazeniz olacak, Lâubalî bey!...
Deli Rüstem: Fakat benim sağlığım gayet yerinde...
Cemal Bey: Unuttunuz mu, çobanı öldürmüştünüz ya bugün!... Her an linç edilebilirsiniz!
Deli Rüstem: Ne diyorsunuz? Bizim çobanı mı öldürmüşler? Hangi sapığın işidir bu, beyim?
Cemal Bey: (Rüstem’i taklit ederek) Hangi sapığın işidir bu, beyim! Hangi sapığın olacak, karşımdaki sapığın! Yahu çobanı öldürdünüz, bari adamın kavalını öttürmeyin. Bir parça haysiyet yok mu sizde? Katillerin böylesine yüzsüzleştiği, cinayetin bile yozlaştığı garip bir toplumda yaşıyoruz işte!... Madem öldürdünüz, delilleri yok edecek kadar da küçük bir zahmete katlansaydınız hiç değilse! Pişkinliğin daniskası bu, başka bir şey değil!
Deli Rüstem: Cemal bey, size yemin ederim bu kaval çobanın kavalı değil!
Cemal Bey: Kimin kavalı ya? Fareli köyün kavalcısının kavalı mı?
Deli Rüstem: Hayır, bu İsa’nın kavalı!
Cemal Bey: Hoppala! O kadar eski mi bu elinizdeki kaval? Antikacılar bunu bir duysa, ballı kovan bulmuş arılar gibi üşüşürler buraya!...
Deli Rüstem: Artık itiraf edebilirim: Ben o gâvur İsa’yı öldürdüm; çobanı vuran dürzü ben değilim...
Cemal Bey: İsa’yı öldürdüyseniz bu sizi çok daha büyük bir dürzü yapar! Deli Rüstem bey, alın şunu da derhal uzaklaşın bu köyden, rica ederim; sonra bana dua edersiniz bu iyiliğim için. Haydi, haydi, uzaklaşın lütfen, zaman daralıyor... Alın, alın bu parayı... Tanrı aşkına, daha ne bekliyorsunuz orada mezar taşı gibi dimdik, gidin diyorum size! Yahu gitsenize! Hay lânet! Git, hadi git! Defol! Kış, kış! Hoşt! (Kendi kendine) Ne pislik bir adam; rüşvet sifonunu çektik yine gitmiyor! Paraya değer vermeyen bir adamın aklından zoru vardır. Böylece Rüstem’in deliliğini bilimsel olarak kanıtlamış oldum! Paradan daha iyi bir mihenk taşı yoktur!...
Deli Rüstem: Demek bana para teklif ediyorsunuz, ha?
Cemal Bey: Hem de Amerikan doları; beş tane yüzlük!...
Deli Rüstem: Köpek gibi aç bile olsam rüşvet yemem!
Cemal Bey: Bir tadına bakın, canım, eminim hoşunuza gidecek!...
Deli Rüstem: Midem kaldırmaz öyle şeyleri; yersem kusarım!... Ama sizi çok iyi anlıyorum, beyim...
Cemal Bey: Neyi anlıyormuşsun?
Deli Rüstem: Beyninizin içini rahatça görebiliyorum...
Cemal Bey: Röntgen gibi göz var sizde de!...
Deli Rüstem: Siz temiz ismimi lekelemek istiyorsunuz; işlemediğim bir cinayeti üzerime yıkacaksınız...
Cemal Bey: Ortada kazık gibi bir ölü var be adam! İşlemediği cinayetmiş! (Kendi kendine) Bir de işlese otuz tane ceset olacak demek!...
Deli Rüstem: Ortada kazık gibi bir ölü varsa gidip katilini bulun be beyim! Ben masumum!... Şarapçı İsa’yı çarmıha germekten gayri hiçbir şey yapmadım!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Bunun aklı da öyle küçük ki, elektron mikroskobunda bile görünmez eminim!
Deli Rüstem: Ben şimdi köye gidip çobanı öldürmediğimi haykıracağım her yerde; suçsuz olduğumu ilan edeceğim cümle âleme.
Cemal Bey: (Kendi kendine) İşte şimdi sonumuz geldi! (Bir süre sessizlik; Rüstem gidiyormuş gibi ileri birkaç adım atar, ardından hızla geriye döner.)
Deli Rüstem: Yahu siz de ne anlayışsız bir adammışsınız be Cemal bey! Teklif ettiğiniz para az; biraz artırmaya çalışıyorum, ama anlamamakta direniyorsunuz!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Vay hinoğluhin! Vay rüşvetolog vay! Meğer rüşveti az bulmuş da parayı artırmam için beni kızıştırıyormuş bu Hint hıyarı! Bunun neresi deli yahu!... Ama bazı delilerin aklı sulardaki gelgit gibidir; gelince dâhi gidince kaçık olurlar. (Cebinden bir tomar para çıkarır, saymaya başlar; ay tekrar buluta girer, etraf iyice kararır.)

SAHNE VII.
İki ay sonra. Mezarcılar köyü.

Cahit Bey: Gelirken gördüm; köprünüz bu kez oldukça sağlam yapılmışa benziyor!...
Muhtar: Evet, Cahit bey, ne de olsa demir köprü!... Üstelik yapılırken de bizzat başında durduk!...
Cahit Bey: Arabamızı da yıkamışsınız, pırıl pırıl yapmışsınız; zahmet etmişsiniz...
Muhtar: Emaneti temiz teslim etmek gerek, Cahit bey...
Cahit Bey: Çok teşekkür ederim... Aklıma gelmişken sorayım, sizin şu deli meselesi ne oldu? Hani o uğursuz gece bulunamamıştı ya....
Muhtar: Kaçıp gitmiş! Yakalayamadık maalesef; fakat nereye giderse gitsin, Allah onun cezasını verecektir!...
Cahit Bey: Tanrısal adalete ben de inanırım!... Euripides’in şu sözü aklımdan hiç çıkmaz: “Ağır ağır gelir Tanrı’nın adaleti, ama hiç şaşmadan gelir!” Artık gitmeliyim...
Muhtar: Cemal beye en derin hürmetlerimizi iletin!...
Cahit Bey: Elbette! Hoşça kalın!...
Muhtar: Yolunuz açık olsun. (Çıkarlar.)

SAHNE VIII.
Birinci sahnedeki çeşmenin önü.
Cahit bey, yıkanmış yüzünü kurulamaktadır.
Deli Rüstem girer; Cahit bey geriye doğru kaçar.

Cahit Bey: Aman, Tanrım! Siz...
Deli Rüstem: Ne o, hortlak görmüş gibi korktunuz birdenbire?
Cahit Bey: Size ne olmuş böyle, Tanrı Aşkına?
Deli Rüstem: Tek gözü kör ve yüzü derin yaralarla dolu çirkin suratlı bir adam hiç görmediniz mi?
Cahit Bey: Bu kadar feci bir şey hiç görmedim!...
Deli Rüstem: Köprü açıldığı günden beri buralarda gizlenmiş arabanızı gözlüyor, sizin gelmenizi bekliyordum!...
Cahit Bey: Ben, ben ne diyeceğimi bilemiyorum... Muhtar sizin buralardan kaçıp gittiğinizi söylemişti bana...
Deli Rüstem: Babamın köyünde saklanıyordum...
Cahit Bey: Fakat bu hale nasıl geldiniz?
Deli Rüstem: Uzun hikâye, ama zamanınızı alıp size mutlaka anlatmalıyım!...
Cahit Bey: Elbette, elbette, dinlemek için sabırsızlanıyorum ben de!...
Deli Rüstem: O halde gelin, mezarlığa gidelim.
Cahit Bey: Neden? Burada anlatsanız?
Deli Rüstem: Bir gören olabilir...
Cahit Bey: Pekâlâ, gidelim! (Kendi kendine) İçimden bir ses o gece korkunç şeylerin olduğunu söylüyor bana!... (Çıkarlar.)

SAHNE IX.
Bir ay sonra. Sade döşenmiş
bir yazıhane. Cemal bey,
pencereden dışarıyı seyretmektedir.

Cemal Bey: (Neşeli) Uygarlığın içinde yaşamak ne büyük bir mutluluk! Şu görüntü ne kadar da muhteşem! Evler, yabani otlar gibi bitmişler her yerden; arabalar, bataklık sinekleri gibi, vızır vızır. Seviyorum şehri; tapıyorum bu canlılığa... Alın size keyifli olmak için başka sebepler daha: Operalar, baleler... Bunların varlıkları başlı başına bir mutluluk sebebi değil midir?
Cahit Bey: Ya tiyatrolar?
Cemal Bey: Evet, onlar! Onlarsız bir yaşam ne kadar da renksizdir!...
Cahit Bey: Tiyatrosuz bir hayat ruhsuz bir beden gibidir; ruhu olmayanlar kemikli birer et yığını değiller midir?
Cemal Bey: Bu doğru düşünceye en derin saygılarımı sunarım!
Cahit Bey: Tiyatroyu çok sevdiğinizi bildiğimden iki yer ayırttım bu akşam için.
Cemal Bey: Sahi mi? Ah, ne ince bir düşünce; bravo size! Görüyorsunuz, sevgili sekreterim, benimle birlikte olmanız size yarıyor; ruhunuz her geçen gün inceliyor, yüceliyor. Gideceğimiz oyunun adı nedir?
Cahit Bey: Şimdi söyleyemem. Sürpriz!
Cemal Bey: Bir ipucu verin hiç olmazsa...
Cahit Bey: Oyuna fazla kalmadı, sabredin lütfen.
Cemal Bey: Ne yapalım, öyle olsun. (Düşünceli) Seçimlere de fazla zaman kalmadı; her saniye kafam seçimle dolu, tiyatro bana iyi gelecek; hapşırınca insan nasıl rahatlıyorsa, sanatsal faaliyetler de beni öyle rahatlatıyor işte...
Cahit Bey: Benim kafam da tıka basa dolu, ama seçimle değil!
Cemal Bey: Neyle doluymuş peki?
Cahit Bey: Karabasanlarla, karaltılarla...
Cemal Bey: Niçin? Korku filmi mi seyrettiniz yoksa?
Cahit Bey: Üç ay önce gittiğimiz o köyü hatırlıyor musunuz? Mezarcılar köyünü!...
Cemal Bey: Eh, şöyle böyle...
Cahit Bey: Ben halen o iki adamı düşünüyorum...
Cemal Bey: Hangi iki adamı?
Cahit Bey: Birinin ayakları çivili, morgun içinde...
Cemal Bey: Ha, şu adam!
Cahit Bey: Öteki de esrarengiz bir biçimde ortadan kayboldu...
Cemal Bey: Nereden aklınıza geldi şimdi bu? Boş verin şimdi onları!...
Cahit Bey: Rüyalarım hep o dehşetli mezarlık görüntüleriyle dolu... Ya siz, Cemal bey?
Cemal Bey: Ne olmuş bana?
Cahit Bey: Böyle kemirgen düşüncelerin aklınızı zorla işgal ettikleri zamanlar hiç olmuyor mu? Yatağınızda hep mışıl mışıl uyuyor musunuz?
Cemal Bey: Bu tür bunalımlı düşünceler zaman kaybından başka bir şey değildir.
Cahit Bey: Kafanız böyle şeylerden hiç etkilenmez mi?
Cemal Bey: İnsanın kafasında sadece insana yararlı olan şeyler bulunmalı; geçmiş zaman çoğu kez yararsızdır!...
Cahit Bey: Neden?
Cemal Bey: Çünkü geçmiş ölüdür, bizim işimizse sağlarla; sadece bugün ve yarın sağdır.
Cahit Bey: “Dün”e yer yok mu hayatınızda?
Cemal Bey: “Dün,” benim için çok uzaklarda kaldı!...
Cahit Bey: Fakat “Dün” her zaman önemlidir!
Cemal Bey: "Dün" bir dondurmadır, eriyip gitmiştir!... Ayrıldığım limanlara, konakladığım hanlara dönüp bakmak hiçbir zaman âdetim olmamıştır... Akıllı insan, geçmişle göbek bağını kesip atmış olan insandır!... Size daha önce de söylemiştim, sizin en büyük kusurunuz duygusal olmak, azizim!
Cahit Bey: O halde sizin ki de duygusuz olmak, mirim!
Cemal Bey: Teşekkür ederim; bu benim için büyük bir iltifat, sevgili sekreterim.
Cahit Bey: Bir kaya gibi duygusuz olmakla suçlanmanın neresi iltifat, Cemal bey?
Cemal Bey: İnsanın başına ne gelirse duygusal olmaktan gelir. Bir “Kaya” neden yüzyıllar boyunca her şeye meydan okuyabilir?
Cahit Bey: Nereden bileyim? Hiç kaya olmadım ben!...
Cemal Bey: “Kaya” güçlüdür, çünkü “Kaya” duygusuzdur. Duygu insanı yıpratır, zayıflatır, onu kadınlaştırır...
Cahit Bey: Belki bu söylediğiniz doğru, fakat duygusuzluk da insanı insan olmaktan uzaklaştırır, onu hayvana yaklaştırır...
Cemal Bey: Bu hiç de önemli değil! Hem Evrim Kanunu’nu unutmayın: Biz zaten hayvandan dönmeyiz!...
Cahit Bey: Hepimiz değil, bazılarımız!...
Cemal Bey: Hayatta esas olan her zaman ayakta dimdik durabilmektir; insanı ayakta tutan en sağlam destek de hissiz olmaktır... His dediğin bir soytarıdır; kontrol, her zaman kralın, yani mantığın elinde olmalıdır!...
Cahit Bey: Hissiz olmak? Kalpsiz olmak? Geriye insandan bir şey kalıyor mu ki, Cemal bey?
Cemal Bey: Kuzum, en iyisi bırakalım bu can sıkıcı konuları bir kenara! Siz bana bu akşamki oyundan söz edin, böyle gereksiz konuları da boş verin rica ederim...
Cahit Bey: Ama...
Cemal Bey: Aması maması yok! Gemi çoktan batmış, geçmişin tabanına çökmüş; bırakın çürüsün, yosunlanıp kalsın orada!... Gideceğimiz oyunun adı nedir, söyleyin lütfen, ısrar ediyorum...
Cahit Bey: Oyunun adı “Yatsı Zamanı!”
Cemal Bey: İlginç bir başlık!... Nerede geçiyor bu oyun, kimler oynuyor? Kim yazmış? Üstat Moliére mi, yoksa Manzoni mi? Belki de Alfred de Musset’dir! Trajedi midir, komedi midir?
Cahit Bey: Trajedi!.. Ama daha fazla bilgi veremem!...
Cemal Bey: Eh, ne yapalım, sabrımızı devreye sokup gidip hazırlanalım o halde.
Cahit Bey: Ben hazırım!
Cemal Bey: Bu akşam ihtişamlı görünmek istiyorum; müteahhitlerin hediye ettiği o kırmızı ipek ceketimi giyeceğim... Umarım oyunda boğa falan yoktur! (Kahkahayla güler.) Bu müteahhitlere bayılıyorum doğrusu; çok tatlı adamlar; seçim için beş kuruş bile harcamıyorum onların cömertliği sayesinde. Tanrı müteahhitleri korusun!... (Bir süre bekler.) Bir “Amin”i hak etmedi mi bu minik duam?
Cahit Bey: (Zoraki) Amin!
Cemal Bey: İçerden çantamı alayım; saçımı tarayayım, ayakkabılarımı fırçalayayım... Birazdan gideriz! (Çıkar. İçerden Cemal beyin söylediği şarkı işitilir: “Pek çok kadınla tanıştım, ama tiyatrodan başkasına gönlümü kaptırmadım... trajedileri özellikle çok severim, en acıklı sahneleri bile zevkle seyrederim...” Cemal bey içeri girer.) Losyonunuzu ödünç alabilir miyim, Cahit bey?
Cahit Bey: Elbette. Masamın çekmecesinde duruyor.
Cemal Bey: Üzerime ter kokusu sinmiş de! Kokmuş balık gibi ortalıkta dolaşmak istemem... Hepsini üzerime boşaltacağım, yenisini alırım size... (Cemal bey tekrar çıkar.)
Cahit Bey: Makyavelistler! Hayat felsefeniz kokmuş sizin; hiçbir losyon o berbat kokuyu örtbas edemez ki!... Gerçeğin saati geldi çattı artık! (Lambayı söndürür;Cemal bey içeri girer.)
Cemal Bey: Ne oluyor? Lamba mı söndü?
Cahit Bey: Evet, Cemal bey; oyun başlarken lambalar hep söner!...
Cemal Bey: Kuzum, şaka yapmanın zamanı değil şimdi, geç kalacağız tiyatroya!... (Cahit bey dış kapıyı açar ve az sonra elinde bir mumla deli Rüstem girer.) Ne oluyoruz yahu? Doğum günü partisi falan mı? Benim doğum günüm iki ay sonra!...
Cahit Bey: Bu yüzü hatırlayabildiniz mi, Cemal bey? Gerçi siz işi bitmiş yüzlere ikinci kez bakmazsınız ama!...
Cemal Bey: İçerisi çok loş! Tanıyamıyorum! Hem, kuzum, söyleyin nedir bu maskaralık, Tanrı aşkına?
Cahit Bey: Tanrı’nın adını o kirli ağzına alma, lânet olası iğrenç herif! (Cemal beyi kolundan tutup zorla Rüstem’e yaklaştırır.) Tanıdın mı bu yüzü? İyice bak yakından! (Cemal bey başını başka tarafa çevirir.) Bak diyorum sana! (Zorla baktırır.)
Cemal Bey: Rü, Rü, Rüstem... Bu, bu, burada ne işiniz var sizin?
Deli Rüstem: “Yatsı Zamanı” oyununda başrol oynamak için geldim!...
Cemal Bey: Yüzünüz! Tanrım, yüzünüz çok korkunç!...
Cahit Bey: (Cemal beye bir tokat atar.) Tanrı’nın adını o günahkâr ağzına alma demedim mi ben, iblis! Sanki üzerinde çift sürülmüş gibi duran şu korkunç yüz senin eserin!...
Cemal Bey: Yalan!
Cahit Bey: Bu deli kaçıp gitsin diye rüşvet verdin ona; ama sonra miktarı fazla buldun, pişman oldun ve bu garibanı o kör kuyuya itiverdin!...
Cemal Bey: İftira!...
Cahit Bey: Aşağıya düşerken bu zavallı adam, kuyunun sivri taşları yüzünden iri parçalar koparttı!... Onu bir hayvan gibi aşağıya ittin!...
Cemal Bey: Bunların hepsi iftira! Bir delinin gülünç iftiraları... O masum çobana da iftira etmemiş miydi bu zırdeli? Hatırlasana?
Cahit Bey: Yıllardır o mezarlıkta başına hiçbir şey gelmeden yaşayan biri, yerini ezbere bildiği o kuyuya kendi kendine mi düştü yani?
Cemal Bey: Deliler hep sakardırlar!...
Cahit Bey: Saçmalıyorsun! O mezarlıktaki her yeri karış karış, santim santim biliyor bu adam! Onu oraya alçakça sen ittin ve sonra da gelip bana “Zırıl zırıl öten kurbağalardan başka hiç kimse yok bu mezarlıkta,” dedin!... (Mumu söndürür; zifirî bir karanlık olur.)
Cemal Bey: Hey, ne oluyor? Ne yapacaksınız bana?
Cahit Bey: Yalancının mumu söndü; ortalık karanlığa büründü!... Yatsı zamanı, bir yalancının mumu işte ancak bu kadar aydınlatır etrafı; bir yalancıya ait olan her şey sahtedir; onun söylediklerine inanmak enayiliktir!... (Lambayı yakar.) Senin gibi bir alçağı mahkemeye vermeliydik...
Cemal Bey: Ama veremediniz, değil mi? Elinizde kanıt yok çünkü; tek bir kanıt bile yok!...
Cahit Bey: Doğru!
Cemal Bey: (Kahkahayla güler.) Bir delinin tanıklığını da hiç kimse ciddiye almaz, hele adam öldürmüş bir delininkini asla!...
Cahit Bey: Doğru! Fakat biz başka bir şey yaptık: Köylülere Rüstem'in başına gelenleri anlattık ve onları inandırdık; bu haber fısıltı gazetesiyle yayılıyor; artık seçimleri kazanmanın imkânı yok; bizzat ben senin aşağılık karakterini bütün köylülere anlattım; Sabahattin beyin seçilmesi kesinleşti!... Aylardır yaptığın bütün çalışmalar dalganın yıktığı kumdan kale gibi yerle bir oldu!...
Cemal Bey: Nankör! Ekmek paranı benden kazanıyordun, vefasız herif! Bunu bana nasıl yaptın, hain?
Cahit Bey: Bilge bir kişi şöyle demiş: Bir insanın karısına ve hatta babasına dahi güvenmesi aptalca bir hatadır!...
Cemal Bey: Bu seçimleri mutlaka kazanmalıyım! Beş yıl daha bekleyemem, mümkün değil, ölürüm!...
Cahit Bey: Topluma yapacağın en hayırlı iş de bu olur: Ölmek! Senin gibi akrepler, engerek yılanları olmaz olsun bu dünyada!...
Cemal Bey: Aptallar! Beyinsizler!... Akreplerin, engerek yılanlarının, kobraların, sırtlanların, çakalların, zehirli örümceklerin, köpek balıklarının, timsahların ve leş akbabalarının o güçlü karakterlerini, o kurnazlıklarını, o duygusuzluklarını, o kıvrak zekâlarını sizin gibiler asla anlayamazlar!... Bir ceylanı tuzağa düşüren bir timsah sizin gözünüzde kalleştir, oysa benim gözümde o bir dâhidir!... Dünyayı iyiler ve kötüler diye ikiye ayırmışsınız siz; halbuki bu dünyada yalnızca koyunlar ve kurtlar, zayıflar ve güçlüler vardır! Güçlü, yaptığı her işte haklıdır! Sizler bu dünyayı kadınlaştırıyorsunuz! Bırakın güçlüler zayıfları ezsin, onları çiğ çiğ yesin! Zayıflar, kıt akıllılar, saf insanlar tasfiye edildikçe bu dünya daha soylu, daha seçkin, daha yücelmiş bir dünya olacaktır!...
Cahit Bey: Tam tersine, daha soysuz, daha alçalmış, daha hayvanlaşmış bir dünya olacaktır! Daha insansı bir dünya için, insan doğasındaki hayvanî yanların pirinçten taş ayıklar gibi ayıklanması gerekir!... Bu da, sizin gibilerin sonu demektir!...
Cemal Bey: Bu tarihin de sonu olur!...
Cahit Bey: Evet; ama insanlık tarihinin değil, hayvanlık tarihinin sonu olur, Sinyor Makyavelli!...

PERDE


__________________
TUALİM.NET
Renklerin Dansı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bir, hayranı, komedi, makyavelli, metni, perdeli, tek, tiyatro


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Birlikten Kuvvet Doğar - Tiyatro Metni - Tiyatro Oyunları - Skeçler Renklerin Dansı Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) 0 31.01.10 08:59
Bilinçli Tüketici - Tiyatro Metni - Tiyatro Oyunları - Skeçler Renklerin Dansı Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) 0 31.01.10 08:57
Tiyatro Tiyatroya Karşı-2 Perdelik Komedi Renklerin Dansı Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) 1 02.01.10 21:40
Taksi Durağı - Tiyatro Metni Renklerin Dansı Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) 0 02.01.10 21:18
Amma Da Aldanmışız Tiyatro Oyunu - Komedi - İki Perdelik Oyun Renklerin Dansı Tiyatrolar, Tiyatro Oyunları (Skeçler ve Piyesler) 0 22.12.09 01:25


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 13:42.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.